Üstnot:
Eğitim derken okullarda formel bir şekilde verilen, müfredata dayalı faaliyetleri kast ediyorum
Modern, modern dünya, batı derken ABD ve Avrupa’nın temsil ettiği yenidünya düzenini kast ediyorum.
Bu iki kavrama da değer yüklemiyorum. Sadece yaygın kullanım şekli ile bir olayı, durumu, süreci tarif için kullanıyorum
Eğitimin bir sorun olarak algılanması ve eğitime dair sorunlara çözüm aranması joker gündemlerimizden biridir ülkemizde.
Yeni Türkiye’nin dünya görüşündeki ve dolayısıyla hayat tarzındaki değişimlerin en bariz örneklerini eğitim alanında görürüz.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu, harf inkılabı, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun kurulması, Üniversite Reformu gibi karar ve uygulamalar eğitim alanında göze çarpan yeniliklerdir.
Eskiden de günümüzde de eğitim alanında yapılan değişikliklerin gayesi sadece kısa vadede sorunlara çözüm üretmek değil; aynı zamanda gelecek ile ilgili hedeflere de ulaşmaktır.
Her ne kadar günümüzde eğitim öğretim sorunu sınav sistemi ve üst öğretim kurumlarını kazanma olarak lanse edilse de tarihteki serüven daha farklı olmuştur.
Türkiye ölçeğindeki eğitim olayını klasik anlamda iki farklı dünya algısının karşılaştırılması, haklı ve haksızı bulma şeklinde değerlendirmiyorum. Esasında sosyal olaylarda hakikati aramıyorum hiçbir zaman. Şartları ve sonuçları anlamaya çalışıyorum genelde.
Eğitimi okullaşma, müfredat ve içerik, kurumsal öğretim çalışmaları olarak alırsak; Osmanlı sonrası Türkiye’de eğitim demek modern dünya düzeninin tabana yayılması için bir araç demektir. Dolayısıyla devlet ve devlete ait kurumlar modernleşmeye çalışırken/daha doğrusu modern dünya düzenine adapte olmaya çalışırken halkının da buna uyum gösterebilmesi için örgün ve yaygın eğitimi bir araç olarak kullanmıştır. Bu açıdan eğitimin asıl amacı ve işlevi entelektüel bir çaba değildi. Dünyanın çoğu yerinde olduğu gibi ülkemizde de eğitim hiç entelektüel bir faaliyet olmamıştır; olamazdı da.
İçinde bulunduğumuz bu zaman diliminde batı dünyası için eğitim, modern yaşamın bir gereği ve sonucudur. Hatta aralarında algısal anlamda bir sebep sonuç ilişkisi yoktur; birliktelik vardır. Kendi dünyaları içinde modern olmak için eğitimi gerekli görmezler. Uyum içinde oldukları yaşam tarzı ile uyumlu eğitim süreçleri vardır aslında. Formel eğitim yapbozun/puzzle’nin parçalarından sadece biridir.
Yaşadığımız coğrafyada ise karmaşa, uyum sorunu, eklektik yapılar bir parçamız haline geldiği için eğitim ile ilgili çalışmalar, projeler, uygulamalar hep sorunlu ve aksak olmuştur.
Kızların okullaşması, Haydi Kızlar Okula, Kesintisiz Eğitim (on iki yıllık zorunlu eğitim), Liselere Giriş Sınav Sistemi, Üniversitelere Giriş Sınav Sistemi gibi uygulamalar bu nedenle istenilen sonucu verememiştir.
Çünkü bu çalışmalar ile ilgili “reklam billboardlarında” gösterilenler ile asıl amaç farklıdır hep. Bu coğrafyada eğitimin amacı halkın modern yaşama uyumunu/entegrasyonunu sağlamak olmuştur. Çünkü devletin ve kurumların modernleşme hızı ile halkın modernleşme hızı aynı olmadı. Modernizm üst yönetim tarafından kabul gördü ve devlet vatandaşını modern bir şekle sokmayı bir görev olarak gördü. Dolayısı ile modernlik talep edilen bir şey değil, kabul görmesi gereken bir şeydi. Eğitim süreci de bu hedefi gerçekleştirmek için kullanılan bir aparat oldu.
Son 20-25 yılı bir tarafa bırakırsak halkın çoğunluğu için eğitim ve öğretim faaliyeti anlamsız ve gereksiz bir şeydi. Çünkü ne kültürel ve ne de ekonomik bir karşılığı vardı.
Amiyane bir tabirle köylü bir çocuk veya özelde bir kız çocuğu neden okusun ki? Ne işe yarayacak?
Ülkenin %10’u belki eğitim vasıtası ile statü elde ediyor veya statüsünü koruyor olabilir. Fakat geri kalan kesimin yaşamında “pratik” bir anlamı yoktu eğitimin. Annelik, çiftçilik, çobanlık, amelelik, esnaflık, zanaatkârlık, dini ve geleneksel yaşam şekli okullarda öğrenilmez; usta çırak yöntemi ile öğrenilmeye devam ederdi. Hatta eğitim kurumları bu geleneksel yapıları olumsuz etkileyen bir özelliğe de sahip olmuştur. Bu da eğitimi bir ihtiyaç olmaktan çıkarmıştı. Bazı alanlarda da direnilmesi gereken bir süreç haline getirmişti.
Bana öyle geliyor ki 2000’li yıllara kadar bu serüven bu şekilde devam etti. Bu tarihlerden sonra 12 yıllık kesintisiz eğitimin yaygınlaşması ve hatta kabul görmesi, şehirleşme oranındaki hızlı artış, internet ve sosyal medyanın da etkisi ile farklı yaşam tarzları ve kültürlerle yoğun temas sayesinde eğitimin modernleşmenin aparatı olarak kullanılması ihtiyacını azalttı. Doğal süreç içinde halkın kendisi modern yaşamın ana mantığını ve aparatlarını kabullendi. Moderniteyi algısal ve mantalite düzeyinde değil de gündelik yaşam organizasyonu ve devlete ait örgütlenmeler olarak benimsedi.
Yani artık çoğunluk krallık/padişahlık/halifelik gibi bir yönetimi talep etmiyor. Bizi yönetecek kişilerin kutsal bir soya dayanmaları ile ilgili beklenti kalmadı. Yönetilmekten ziyade yönetime ortak olma arzusu daha revaçta gözükmektedir.
Seçim, meclis, temsilciler, küresellik, ekonomi, bankacılık sektörü, okullaşma gibi modernizmin görüngüleri ile ilgili tartışma öze ait olmaktan çıkmış; sonuçlarının istendik olup olmamasına kaymıştır.
Bu açıdan artık okullaşma ve eğitim öğretim faaliyetleri ile ilgili tartışma, bunların geleneksel yaşam tarzımıza uygun olup olmaması açısından yapılmamaktadır. Ya da eğitim ile ilgili asıl sorun içerik de değildir. Milyonlarca insanın asıl sorguladığı şey okulu bitirdikten sonra ne olacağıdır.
Çünkü özünde eğitim entelektüel ve kültürel bir faaliyettir. Fakat zamanla usta-çırak yöntemine dayanan ve küçük yaşlardan itibaren hayatın içinde öğrenilen mesleki ve ekonomi alanı ile ilgili sahayı da kapsar oldu.
Dolayısıyla günümüz Türkiye’sinde eğitim ile ilgili asıl beklenti ve tartışma konusu eğitimin bir kültürel/entelektüel saha olması ve bunun ilgili çıktıları değildir. Eğitime dair tüm çalışmaların akamete uğramasının asıl nedeni eğitim alanı dışındaki başta ekonomik sorunlar olmak üzere diğer sorunlardır.
Yüz yıllık serüvenimizde eğitimin gelenek ve modernizmin çatışma sahası olması, ideolojik kavga ve davaların arka bahçesi olması ve modernleşme serüveninin aparatı olması ile ilgili sorunlar geride kaldı diye düşünüyorum.
Eğitim ile ilgili değişim ve reformların sonuç vermemesinin nedenini ülkedeki tutarlılıkta arıyorum; daha doğrusu sorunu tutarsızlıkta görüyorum.
Ekonominiz, sanayi ve teknolojik gelişmeleriniz sağlam ve köklü değilse serbest piyasada vatandaşınız ayakta durmalarına yetecek iş imkânı bulamaz. Bulsa bile enflasyon sorunu ekonomik olarak onlara ket vurur. Aileye, anneye-babaya bağımlı çocuklar devlete dayanmak için memur olmaya çalışır. Maslow’un piramidindeki en dipteki ihtiyaçlar için çalışır, okula/üniversiteye bunun için gitmeyi gerekli görürler . Bunun varacağı sonuç vasıflı işsizliktir. Nüfusun % 90’nının eğitimden beklediğini alamamasıdır.
İçerik yoğun ya da seyreltilmiş de olsa, 8 yıl yerine 12 yıl da olsa, 12 yerine 16 yıl da olsa; zorunlu eğitim sonucu mezunlarının % 90’nının iş bulma sorunu devam ederse sonuç hep aynı olacaktır.
Yazılı sorularını çoktan seçmeli yerine klasik tarzda sorarsak, üniversite giriş sorularını PISA tarzında hazırlarsak öğrenci kalitesi artar demek parçalanmış bir ailede yükü ve sorumluluğu okulöncesi yaştaki çocuklara yüklemeye benzer. Aile ortamında bütünlük, sağlıklı bir ilişki-iletişim-işbirliği, sağlıklı ekonomik-sosyal imkan yoksa çocuğu kaliteli özel bir okula kaydederek çözüm üretemezsiniz. Eğitim ortamından elde edilen tüm pozitif çıktılar negatif ortamda erir gider.
Sorunları görmezden gelerek çözüm üret(iyormuş gibi görün)mek zaman ve nesil kaybıdır.