Aşık Veysel bir kaydında “en son şiirim” olarak nitelendiriyor “Ömür Kervanı”nı. İsmi o mu verdi bilmiyorum ama her yerde bu isimle anılıyor ve önden uyarayım, haddinden fazla hüzünlü bir kayıt.
Sivaslı bir abim rahmetliyi hatırlıyor: “Kirli şapkasıyla kahveleri gezen upuzun bir adamdı, dilencilik yapardı” diyor, hafif küçümseyerek. Veysel’i şiirleriyle tanıdığım için dilenciliği beni rahatsız etmiyor. Zira dışarıdan “dilencilik” olarak görünen şey, sanata değer vermenin bir çeşidiydi ve tüm ülkede âşıklar bu şekilde geçimlerini sağlıyordu. Esasen bu halen de böyledir. Âşıklar sazlarıyla meclisleri dolaşır, eserlerini icra eder ve geçimliklerini toplarlar. Hepimiz bir açıdan böyle yapmıyor muyuz?
Az önce bahsettiğim ses kaydını ve kaydın metin halini aşağıya bırakıyorum. Boğazında düğümlenen kelimeleriyle yüreğimize tercüman olsun… Şatafatlı cümlelerimizin tarif edemeyeceği duyguları, yüzlerce yıllık kültürümüzle yoğrulmuş saf şiiri ile yaşatsın bizlere… Otantik bir şeyler yazayım diye kendimi hiç kasamayacağım ama şöyle biraz “ileri” gidip şunu söylemek istiyorum: Bu şiirler de “öldükten sonra kapanmayan amel defterine” dahildir.
“En son şiirim şu…Yazılalı hemeen hemen bir sene deel de sekiz-dokuz aya vardı. Mart-Nisan arasında, o sıralarda yazmıştım. Ondan sonra da zaten başım ayık kalmadı ki…
Derdim türlü türlü, yoktur ilacım
Hiçbir türlü bulamadım dermanı
Bir dost bulup dem sürmekti amacım
Gam gasavet çevreledi her yanı
Kalemi kırılsın bunu yazanın
Söyler söyler derdi bitmez ozanın
Çağır bağır emir onun söz onun
Yazan katip böyle yazmış fermanı
Bir bahtı karayım gülmedi yüzüm
Neşeli görünür kan ağlar özüm
Kış misali geçti baharım yazım
Kaldırmadı başımdaki dumanı
Dünya dedikleri bir büyük handır
Veysel durmaz ağlar bunca zamandır
Az yaşa, çok yaşa sonu virandır
Bir gün göçün çeker ömür kervanı
– hoşgeldiniz sefa geldiniz, cümleten hakkınızı helal edin.”
Aşık Veyseli şiiriyle tanımaktır amaç.
Elbette.