Okuduğumda beni etkileyen ve gerçekten savaş psikolojisinin başta çocuklar üzerinde bıraktığı etkiyi bana en derin ifadesiyle aktaran Kemal Sayar’ın ”Olmak Cesareti” isimli kitabında bir bölüm ayırdığı gerçeği sizlere taşımak istedim.
Kemal Sayar’ın ifadesiyle bu çağın ahlaki olarak soylularından olan Seyyid Arşad Hüseyin, Hint kökenli bir bilim adamı. ABD’nin önde gelen bir üniversitesinde çocuk psikiyatrisi bölüm başkanı ve profesörü. Seyyid Arşad Hüseyin yaşamının önemli bölümünü Bosna’daki savaş sonrası oluşan çocuk travmalarını incelemek, rehabilite etmek ve bu konuda öğrenciler yetiştirmek için çabalamış. Pek çok öğretmeni ve psikoloğu çocuklara nasıl yardımcı olabilecekleri konusunda eğitmiş. Dünyanın dört bir tarafında, savaş sırasında Bosna’da çocuklara yapılan zulmü ve baskıyı anlatmak için toplantılar düzenlemiş, çeşitli fonlar oluşturulmasına öncülük etmiş ve dikkatleri Bosna’ya çekmeye çalışmış.
Arşad Hüseyin ve ekibinin yaptığı çalışmalara göre savaş travmasına maruz kalan çocukların bir an önce rehabilite edilmeleri gerekli. Anne, baba ve kardeşleri gözleri önünde öldürülmüş, yakınlarından birinin uzuvlarını kaybedişine şahit olmuş ve insanların gözleri önünde katledişine şahit olmuş çocukların yaklaşık %90’ı kendilerini öldürmeyi düşünmüş. Savaş sonrasında çocuk intiharlarında, şiddet olaylarında ve uyuşturucu madde kullanımında çok ciddi bir artış olmuş. İşte rehabilitasyonun önemi de burada başlıyor. Savaş yaralarının mümkünse tamamının şefkatle sarılması çocukları travmanın kalıcı etkilerinden büyük oranda koruyabiliyor. Travma zamanında tedavi edilirse sürekli hale gelmez ve kişinin bütün bir hayatını uzun bir süre etkileyebilme özelliğini kaybeder.
Sırp vahşilerinin özellikle çocukları hedef aldığını belirtiyor Seyyid Arşad Hüseyin. Öncelikle psikolojik bir savaş yürüten Sırpların küçücük çocukların dahi ırzına geçtiklerini, keskin nişancıların özellikle çocukları hedef aldığını anlatıyor. Savaş boyunca çocukların %40’ı yaralanmış %10’u şehit düşmüş. Hayatta kalanların %91’i birinin ölümünü görmüş. %72’si de bir bombalama eylemine maruz kalmış. Dört yıl boyunca kuşatma altında kalan Bosna’da çocuklar kıyafetsiz ve oldukça az yiyecekle tam 4 kış geçirmiş. ”Barakalarda kurs verirken onca sıkı giyinmeme rağmen iliklerime kadar üşüdüğümü söylersem, herhâlde kışın körpe bedenler üzerindeki tesirlerini daha iyi anlarsınız” diyor Arşad Hüseyin. Çocuklar üç şey istiyorlardı: Savaşın bitmesini, ayrı kaldıkları ebeveynleriyle yeniden buluşmayı ve bir pastacıya giderek en çok sevdikleri pastayı almayı. Bu süreçte 2000 öğretmeni ve 200 ruh sağlığı çalışanını eğiten Hüseyin, ABD’de kurduğu travma Psikolojisi Merkezi’nde yirmişerli gruplar halinde Bosna’dan getirdiği öğretmen ve psikologları eğitmeye halen devam ediyor ve yine sık sık Bosna’ya gidiyormuş.
Bir diğer problem de sistemli tecavüzler sonucu Bosnalı genç kızların doğurmak zorunda kaldıkları çocuklar. İntihar olayları özellikle bu doğan çocuklar arasında yaygın olarak görülüyormuş. Ancak Bosna halkı büyük bir yücelik örneği olarak bu çocukları bağrına basmış ve onları şehit çocuklarıyla aynı ilgiye uygun görmüş. Böyle bir şefkatin ne kadar da iyileştirici bir güç olacağını az çok tahmin edebiliriz.
Kemal Sayar gittiği konferansta Profesör Hüseyin’in, Bosna’da gördüğü çocukları anlatırken Yasemin’in hikayesini anlattığı esnada gözlerinden iki damla yaşın süzüldüğünü anlatıyor. On üç yaşındaki Yasemin, Banja Luka’dan bir göçmendi. Birkaç ay annesiyle birlikte bir toplama kampında kalmışlardı. Babası caniler tarafından götürülmüş ve bir daha ondan haber alamamışlardı. Yasemin ve diğer çocuklar, Sırp caniler tarafından, bir yere hücum edecekleri sırada etten kalkan olarak kullanılmışlardı. Çocukların arasına gizlenen caniler, onları ileriye sürerek cepheye yaklaşmak istiyorlardı. Çocukların çoğu yaralanmıştı. Yasemin kaç kişinin öldüğünü hatırlamıyordu. ”Öldürüleceğimden emindim” diyordu. ”Hala bununla ilgili kabuslar görüyorum. Kendimi bomboş hissediyorum. Bazen yaşamadığımı hissediyorum. Oradayım; ama yaşamıyorum.”
Arşad Hüseyin bir de Tarık’ın hikayesini anlatıyor. Sekiz yaşındaki Tarık savaşta hem annesini hem de babasını kaybediyor. Bir koruyucu aile yanında yaşıyordu. Profesör Hüseyin’in eğittiği 36 yaşındaki öğretmeni, onu hep insanlardan uzak ve üzgün bir yüz ifadesiyle durduğunu, grup etkinliklerine katılmadığını söylüyordu. Öğretmen Tarık’la iletişim kurmak için çok çabalamıştı. Babası bir toplama kampında öldüğünde hanım öğretmen büyük bir üzüntü yaşadığı için bir hafta boyunca okula gelemiyor. Daha sonra Profesörün kursunda öğrendiği bir şey gelmişti aklına. Yetişkinler olarak biz de korku, keder ve ümitlerimizi çocuklarla paylaşmalıydık. Öğretmen bunu aklında tutarak okula dönmüştü. Bütün sınıf etrafında toplanıp ona ne olduğunu, neden okula gelmediğini soruyordu. O da babasını kaybettiğini söyledi. Herkes ağlamış ve çocuklar onu teselli etmişti. Tam bu esnada Tarık öne çıkmış ve öğretmeninin kucağına oturmuştu. ” Ne hissettiğini biliyorum.” demişti ona, ”Ben de anne babamı kaybettim. Senin ne hissettiğini biliyorum.” O andan sonra Tarık’ın öğretmenine olan bütün tavırları değişmiş. Öğretmenine yakınlaşmış, grup etkinliklerine katılır olmuştu. Öğretmen de onu evlat edinmeyi düşünüyordu.
Dünyanın diğer çocuklarının karanlıktan korkmasına karşın Bosnalı çocuklar aydınlıktan korkuyorlarmış. Arşad Hüseyin bunu şöyle açıklıyor: ”Işık, keskin nişancıların onları görüp nişan alabilmesi demek. Savaşın başlangıcında elektrik kesintisinden kaynaklanan karanlık tedirginlik yaratmıştı. Sonra hem yetişkin hem de çocuklar onu koruyucu bir kalkan olarak algıladılar.”
”Canilerin çocukları hedef almasının nedeni aileyi demoralize etmek, aile düzenini bozmak ve bu sayede etnik temizlik amacına kolaylıkla ulaşmak.” diyor Kemal SAYAR. Altı-yedi yaşlarındaki kız çocuklarına tecavüz eden barbarlar, hamile kalan genç kızları da doğum yapmaya zorluyorlardı. Bir yetişkinin ölümü, geçmişin ve bugünün ölümüdür, bir çocuğun ölümü ise yarının.
Saraybosna’nın kültür mirası kütüphanesini yok eden Sırplar bu topraklardan İslam’ı tamamen kazımadan rahat etmeyeceklerdi. Kütüphaneler de çocuklara olan amaçla hedef haline gelmişti: Geçmişi ve geleceği kazımak.
Yine de savaş travmasına maruz kalan çocukların %40’ı travma-sonrası stres bozukluğuna sahipti. Profesör Hüseyin’e göre bunun en önemli sebebi Bosna’da kuvvetli bir aile yapısının olmasıydı. Çocuklar geniş aile içinde büyüyor ve ebeveynlerinden birisi kaybolsa yanlarında mutlaka bir akrabalarını buluyorlardı. Yetim kalan çocukların çocuğu, güvendikleri ve bildikleri bir insandan sevgi ve şefkat görmeye devam ediyordu. Ailenin sağlamlığı Bosna savaşının en büyük direnç noktalarından birini oluşturuyordu. Bir diğer direnç noktası da ”büyüsel düşünce” idi. Çocuklar savaş sırasında toprağı dinleyerek hangi mahallede hangi silahın atıldığını, bunun kendilerine ne kadar uzaklıkta olduğunu tahmin ettiklerini düşünüyor ve bu bilgiyi kendi aralarından paylaşarak birbirlerine telkinde bulunuyorlardı. Bir silah sesi duyduklarında şöyle diyorlardı sözgelimi: ”Bu silah bize ulaşmaz. Şehrin ta diğer ucunda.”
Son olarak bir de Adnan’ın hikayesini iletmek istiyorum. Adnan bir Sırp saldırısı altında anneciğini kaybetmiş yedi yaşında bir çocuk. Babası ve kız kardeşiyle Saraybosna’ya göçmüşler. Üç ay sonra aile bir okula giderken, bir Sırp keskin nişancısı Adnan’ın babasını şehit ediyor. Daha sonra Adnan ve kız kardeşi bir yakınlarının yanında kalmaya başlıyorlar. Okul bahçesinde patlayan bir bomba sekiz çocuğu öldürüyor. Bunların arasında Adnan’ın kız kardeşi de var. Bugün Adnan hiçbir duygu göstermiyor. Kimse onu gülerken veya gülümserken göremiyor. Grup etkinliklerine katılmıyor. Gece yarısında çığlık atarak uyanıyor. Ancak kabuslarını kimseye anlatmıyor. Adnan ailesinden hiç bahsetmiyor. Nadiren konuştuğunda ise, büyük bir adam gibi konuşuyor: ”Güçlü olmalıyız.” diyor. ” Ülkemiz için çok çalışmalıyız.”
Yaşamının büyük kısmını eşine az rastlanır fedakarlıkla Bosna’ya ve Bosnalı çocuklara adayan Arşad Hüseyin’e teşekkür borçluyuz. Kemal SAYAR’ın son paragrafı ile bitirmek istiyorum:
Şair, ”Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda” diyor. İnanmış bir adamın nefesi değdiğinde, kapanır savaşın açtığı yaralar çocuklarda. Yerinde bir gül büyür. Kokusunu o nazenin, o içli çocukların rüyalarında bir ninni halinde salarak…