Bugün methini çok duyduğum ama izlemek için fırsat bulamadığım “Gönül Dağı” dizisinin final bölümünü izledim. Zihnimdeki ‘sanat ne için vardır’ sorusunun cevabını veriyordu dizi.
Sanat önden gidenlerin, düşünenlerin, çözümleyenlerin, toplumu anlayanların, hayatı anlama ve anlamlandırma çabası olanların elinde sihirli bir değneye dönüşüyor adeta.
Sanat toplumun kaybedenlerine bir yol sunmak, onca sıkıntının arasında bir nefes aldırmak, “bakışını değiştir, bak böyle de olabilir” demenin en güzel yolu değil midir?
Sanat Aristo’dan, Sokrates’den, Konfüçyüs’ten, Farabi’den ve İbni Rüşd’den bilgelik rüzgarları estirmek değil de nedir?
Sanat; lüks villalarda, yatlarda; gösteriş ve lüks meraklısı zengin züppelerin hayatıyla; o hayata dahil olmak için yapmayacağı entrika, çevirmeyeceği dolap olmayan züğürtlerin hayatını yansıtan alelade bir uğraş mıdır?
Sanat Goriot Baba’dır, Sefiller’dir, Jane Eyre’dir. Gün gelir bir ihtilalin fitilini ateşler. Gün gelir en derin adalet sorgulamasını yaptırır. Gün gelir yetim bir kız olur ve sistemi, burjuvayı, kiliseyi, eğitim sistemini en çıplak haliyle önümüze serer ve sert sözleriyle eleştirir. Hem de ne eleştiri…
İşte “Gönül Dağı” dizisinde üç çocuklu Zahide’nin düğününü izlerken bunları düşündüm. Televizyon kanalları genç ve güzel yirmilik kızların hayatını sunarken, hayattan bahtına hayırsız bir koca düşmüş, tökezlemiş, sendelemiş, yıkılmış, dul yaftası yemiş ve artık pek de güzel olmayan, yüreği buruk kadınlara hayatın aktığını ve onun hala yaşadığını kim söyleyecek… Kim söyleyecek o şu an koku alamasa bile çiçeklerin hala güzel koktuğunu…
Bernard Shaw’ın bir sözü geliyor aklıma: “Sanat davranışımızı, karakterimizi, adalet ve sempati hislerimizi rafine etmeli. Kendi kendimizi tanımamızın, kendi kendimizi kontrol etmemizin, diğerleri için beslediğimiz saygı hislerimizin ve hareketlerimizin yücelmesine hizmet etmeli. Bizi adiliğe, zulme, adaletsizliğe ve bayalığa tahammül etmeyecek şekilde geliştirmelidir.”
Bernard Shaw’ın bu sözü bizdeki ilk roman olan ‘Taaşşuk-u Talat ve Fitnat’ı hatırlatıyor.
Talat ve Fitnat birbirine aşık iki gençtir ama babası Fitnat’ı rızası olmadan ve Fitnat’tan hayli büyük biriyle gizlice evlendirir. Kocası Fitnat’la zorla ilişkiye girince Fitnat dayanamaz ve kendi canına kıyar. Fitnat’ı kurtarmak için oraya gelen Talat, Fitnat’ın cesediyle karşılaşınca o da orada kendi canına kıyar.
Bir romanın sayfalarında dahi dönemin en büyük problemi olan kızların istemediği birisiyle zorla evlendirilmesine çözüm bulunamamış ve yazar maalesef ‘sizi ancak ölüm birleştirir’ mesajı vererek değiştirilmesi çok acil olan geleneği güçlendirmiştir.
Şimdi sorum şu ‘Sanat ne içindir?’