–  O zaman da ben kendim gibi olmayacağım! İstediğim ilişki türü bu değil ki! Bu benim ilişkim olmayacak.

Bazen “hasta” diye ele alırsınız ama söylediklerinde o kadar haklıdır ki… Değişmek, olgunlaşmak adına; daha iyisi varken, kişinin istemediğine yönlendirmek.  Mutlu olacağı şey o kadar yakınındayken başka yerlerde araması gerektiğini, ya da aramaktan vazgeçmesini salık vermek. Peki neden? Çünkü karşısındaki kişi ilişkinin bu kadarından ya da bu şeklinden mutlu iken beraberindeki kişi  son derece yetinmesiz ve aç bırakılmış.

Hastamın yaşı daha çok genç. Güzel ve alımlı. Bakışlarında kırılgan bir derinlik, davranışlarında kendini sevimli gösterme telaşı var. En beklediği yerden alamadığı ilgiyi, kalan herkesten görme beklentisi içinde. Bir yerden her defasında kırılıp, her yerden ve herkesten onarılma bekliyor. Onarılma ve beğenilme, ilgi görme ve onaylanma, takdir edilme ve değer verilme açlığı içinde.

Böyledir işte. En büyük açlık ruhsal açlıktır. Yani duygusal açlık.  Başka hiç bir şeyle takas edilemeyen, ne yapsanız önüne geçilemeyen, isteri nöbetlerine sokan, kırılganlığı kat kat artıran, yaraları onarılmaz hale getiren, beslenmesiz, neşesiz, içeriksiz, güçsüz ve özgüvensiz bırakan bir açlık.

Başka hiçbir açlıkta kendinizi bu kadar güçsüz hissetmezsiniz. Günlerce yemek yemeyen biri  bedensel olarak çökerken ruhsal olarak güçlendiğini hissedebilir. Bir tür dayanıklılık edinmiştir adeta. Burada ise tam tersi bir durum söz konusudur. Ruhsal kırılmaların  ayak sesleri,  kafanızın içini yediği, kalbinizi kor ateşle erittiği gibi yavaş yavaş da değil hızlıca ayak bileklerinizdeki, omuzlarınızdaki, kollarınızdaki gücü emer de emer. Vazgeçme uçurumunun en tepesinde kıytırık valiziniz yanı başınızda kendinizden, ömrünüzden, sevdanızdan, umutlarınızdan, geleceğinizden ayrılmanın acısını iliklerinize kadar yaşarsınız. Diğeri bunu zayıflığınıza verir anlamaya hiç çalışmadan. Aynı çatı altında bulunmayı vefa diye sunar, aynı yemeğe oturmayı paylaşım, aynı yatağa yatmayı hayat arkadaşlığı…

Oysa neydi aşk? Sevdiğiyle düşlediği yaşam, sevdiğine va’dettiği paylaşımlar bunlar mıydı? Oysa sahilde koşan atları vaat etmişti, denize küsen martıları değil. Bebek anneye, Mecnun Leyla’ya, dal yaprağa, gül suya küser miydi?

Küsermiş demek. Ve bu küsme başka küsmelere de benzemezmiş. Bir gül yaprağı gibi içten içe ağlayan, sevdiğinin her sözüne binlerce anlam yükleyen, bekleyen ve bekletilmekten hem memnun hem şikayetçi, hem içine oturan şeylerden dolayı herkese ve her şeye kızgın. Bir bülbül ama ötüşü anlamsızlaşmış, bir gül ama yanlış toprakta açmış. Bir sahra çiçeği; yüzyıl susuz kalıp  sonra tek damla suyla tekrar dirilebilen.

Yani aşksız kalınca bir aşık; küser. Hayal ettiği şeylerin yokluğuyla, biten sevdanın erken yasını tutmaya başlar. Üstelik gözünün önünde yaşanmaktadır her şey. Elini uzatsa dokunacaktır. Dudaklarını uzatsa dindirecektir susuzluğunu. Yakın olmanın uzaklığı dayanılmazdır bazen. Tutulmaya hasret olduğu eller yanındadır, başını koymaya can attığı omuz, saçlarını okşaması için yalvaracağı eller yanı başındadır ama uzaktır işte. Bir dağ başı esintisi kadar uzak.  Beri yandan dağlanan bir çam gövdesi değil sıcacık bir insan yüreğidir.

– Duygular önemsiz midir? Elbette hayır.

– Peki duygusallık zayıflık mıdır? Ne münasebet ?

– Ya vadedileni beklemek, beklediğini alamamak nereye konmalı?  Vermeyen neden günahsızdır da bekleyen günahkarmış gibi davranılır? Vadedip vermeyen asıl suçlu değil midir? Neden suçlular değil de kandırılanlar zarar görür o zaman? Neden kandırılanlar değişmek, olgunlaşmak, beklentilerini düşürmek zorundadır? Ve neyin karşılığında yapmalıdır bunu? Hissizleşen bir insan elinin, tutkudan, sevgiden, özenden arınmış bir gövdenin, bakışın karşılığında mı?

Ya istediği bu değilse? Ya bu ilişki vadedilen ve kendisinin de istediği değilse?

Bazen karşıdaki “hasta” da olsa o kadar haklıdır ki!

Uzunca bir süre susar ve ona dönüp şöyle dersiniz:

– Haklısınız ancak bu durumdan şikayetçi olan sizsiniz, o değil.

Size içinden küfrettiğine emin olduğunuz bakışlarla şu cevabı verir:

– Yani benim değişmem gerektiğini söylüyorsunuz…

2 thoughts on “Duygusal Açlık

  • 2 Şubat 2021 tarihinde, saat 14:20
    Permalink

    Yaşamak çok nadir rastlanan bişeydir,çoğu insan sadece var olur…. Elinize sağlık.

    Yanıtla
  • 19 Nisan 2022 tarihinde, saat 20:16
    Permalink

    Elinize sağlık çok anlamlı ve doğru bir yazı olmuş

    Yanıtla

Yorum yap