“Korkma tatlım” diyor doktor hanım ultrasonumu çekerken, saydığı onca rakamın ve tıbbi terimin arasında. Kibar ve anlayışlı bir insan, belli; doktorluğunun yanına insanlığını, kadın inceliğini, ruhunu da almış.
Korkuyor muyum? “Korkmak” ilginç bir kelime.
Türk Dil Kurumu bunu nasıl anlatıyor acaba diyorum içimden, sanırım bana uyan endişe duymak, kaygılanmak, belirsizliğin verdiği kaygı. Sanki beyaz bir bulut denizinde istemsizce yüzüyorum; karşıma çıkacaklardan, başıma gelenlerden ve geleceklerden korkuyorum.
Zihnim ters köşe yapıyor bir anda “şimdiye kadar korktuğun kaç şey geldi başına?” diyor. Cevap vermek işime gelmiyor. Sonuçta ben klişeleri sevmem. Cevap istiyorsa soru bana özel olmalı. Nazik doktor sesleniyor “Tatlım tanın neydi” diyor ve detayları soruyor. Kimlik numaram gibi adım, memleketim, ırkım, cinsiyetim gibi ezberlediğim şeyleri sıralıyorum hızlıca. Hastalıklar da bunlar gibi galiba. Kendim seçsem sever miydim acaba? Kötü kocaya aşık olan kadınlar gibi konuşuyorum, kadın zihni işte her zaman karışık.
Daha önce de korkmuştum böyle. Ameliyat sonrası ayılmaya çalışırken nefes darlığı çekmiş, ölmek üzere olduğumu sanıp çırpınmaya başlamıştım, anlasınlar diye. Bir erkek sesi gelmişti kulağıma “Sakin ol hanımefendi ameliyattan çıktınız” tamam diye düşünmüştüm, anladılar beni.
Anlaşılmak ne ilginç bir kelime. Anlaşıldığımı düşününce korkum geçmişti. Anlayan kimdi; doktor mu, hemşire mi, hasta bakıcı mı? Önemi yoktu, belli; anlaşılmıştım ya! Narkoz denizine dalabilirdim huzurla.
Annem geliyor aklıma, seksen darbesinde gecenin bir yarısı evimizi askerler bastığında daha 17 yaşında, kucağında bir buçuk yaşında bebeği ile elinde bebeğinin bezlerini sallayarak: “vallahi burada zararlı bir şey yok” diyen anacığımın kalbi anlaşılamama korkusu mu çekmişti. Türk Dil Kurumu buna ne der acaba? İdeolojilerin kol gezdiği zamanlarda anlaşılamama, hain ilan edilme korkusu diye bir açıklama var mı? Eve gidince bakayım.
Bir kez daha korktuğumu hatırlıyorum. Yıllar önce, bir hastanenin ultrason odasında. Miniğimi görüntülerlerken neler demişti doktorlar. Korku bazen boğazınızı tırmalayarak yuttuğunuz kuru ekmek gibi iner kalbinize ve her nefesinizde büyür, büyür öyle büyür ki; kalbiniz çatlar. Türk Dil Kurumu bunu biliyor mu acaba? Sanmam. Bilse bilse korkudan öd patlamasını bilir. “O çatlaklar zamanla iyileşir mi?” diyor zihnim. Bak bu soruyu sevdim. Çatlakları ne ile kapladığına bağlı diye cevap veriyorum. Kahır ve düşmanlıkla mı, şefkat ve merhametle mi? Kahır ve düşmanlıklaysa, sen gayya kuyusunu bilir misin, işte gayya kuyusu dedikleri yer orasıdır. Şefkat ve merhametle doldurduysan evinin pencerelerine dönüşür, havanın ve ışığın girdiği.
Nazik doktor sesleniyor tekrar “bitti tatlım, bak korkacak bir şey yokmuş, iyisin”