Din ve Medeniyet başlıklı bir yazıya başlamak bir kere şahsım adına çok zor bir iş ancak şunu net ifade etmem gerekir ki bu yazıda tüm dinler ve medeniyet ilişkisini ele al(a)mayacağım. Hususi olarak bugün ekranlar önünde İslam dinini, mensuplarını ve mensup ülkeleri gayr-i medeni gösterilmesi ve bunun yansımaları üzere durmaya çalışacağım.
Önce İslam nedir? Sorusuyla başlayıp kısa cevap aramaya çalışmamız daha makul olacaktır.
İslam, “Allah’a kayıtsız şartsız teslim olanların dini” demektir.
İslam üç kökten türetilir;
- S-i-lm: Barış.
- Teslimiyet: Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmak.
- Selamet: Ebedi kurtuluş.
Bu üç kavramı birden bir cümle içinde şu şekilde ifade edebiliriz. İslam, Dünya’da barışı/silm’i, ahirette ebedi kurtuluşu/selamet’i sağlamak için Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmanın yoludur.
İslam kelimenin tam anlamıyla barış demektir. Müslim ise, bu barışı yaşayan, yaşatan yani barış gönüllüsü demektir.
İslam Allah’ın Dünya’daki projesinin adıdır. Dünya’yı daha yaşanabilir kılmak için daha değerli kılmak için insanlara çıkar yol sunduğu, bir nevi hayatı kullanma kılavuzunun adıdır İslam. Bu durum Musa (as) döneminde de İsa (as) döneminde de aynıdır.
İslam, gerçeğe ambargo uygulayanların, despotik düzenleri ile İslam’ı alt etmeye çalışanların değil, hakikate âşık olanların, hakikate teslim olanların dinidir.
Burada daha çok İslam nedir sorusunun cevabını nerede aradığınız mühimdir. Zira Allah Hz. Muhammed’e kitabında “Sen daha önce kitap nedir iman nedir bilmezdin” der.* Bu bağlamda Hz Muhammed dini ve imanı Kuran’dan öğrenmiştir. Hâsılı İslam nedir sorusunun cevabını nerede aradığımız hangi kaynakla öğrenmeye çalıştığımız önemlidir. İslam nedir sorusunu Kuran’a göre değil de Müslümanlara göre cevaplandıracak olursak detaylardan alt ayrımlara sonra oradan da kılcallara inmek gündemimiz olacaktır. Bu sebeple İslam ile Müslümanlar aynı şey değildir. Zira Müslümanların ortaya koyduğu İslam ve İslami gelenek ile Allah’ın projesi olan İslam aynı şey değildir. Dolayısıyla İslam ile tarihsel süreçte insan eliyle üretilmiş olan İslam medeniyeti de aynı şey değildir.
*(Şura 42:52)
İslam medeniyeti insanda; ahlak, inanç, ibadet ve insan ilişkilerine dair bir hayat tasavvuru inşa eder. Bu bağlamda medeniyet ölçüsünü düşündüğümüzde (Medeniyet; aklın, ilmin, ahlaki ve insani kavramların bütünüdür) İslam medeniyeti, medeniyet içeren kavramların vücut bulmuş halidir. İslam’ın muhatabını medenileştirme sürecinin başında da vahiy ve nübüvvet gelmektedir.
Genel manada eşyanın hakikatini kavramak anlamında kullanılan “ilm” kelimesi ve eş anlamlıları Kuran’da 750 yerde geçer. Vahiyden Allah’ın isim ve sıfatlarına, varlıkların niteliklerinden tabiat olaylarına, peygamber kıssalarından insandaki ben idrakine kadar muazzam seviyedeki bir alanı kapsayan “ilim”, Kur’an ve hadislerde detaylı bir şekilde ele alınmış ve hatta övülmüştür. Bu minvalde “Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu”* diyen Kur’an yine insana “Rabbim ilmimi artır”** diye dua etmesini önermiştir.
*(Zümer 39/9)
**(Ta-Ha 20/114)
Cahiliye ise Kuran’da ilmin zıddı olarak kullanılmıştır. Ancak burada “cahiliye” kavramının Kuran’da İslam öncesi devirlere atfen kullanılması elbette bir tesadüf değildir. Cahiliye Kuran’da bilgi eksikliğinden ziyade zihin dünyasının; ahlak, inanç, erdem hâsılı tüm insani melekelerden uzak kalmasını ifade eder. Allah’ın projesi İslam vahyi ile neşet eden Kuran’ın amacı insanı cahiliyeden iman, ilim, hikmet ve erdemle kurtarmaktır. Yine bu bağlamda hadis külliyatlarında da genişçe yer bulmuş ilim, öğrenmesi ve öğretilmesiyle kutsiyet kazanmış, Allah’ın ilk ayetlerine atıfta bulunulmuş, “Âlimler yeryüzünün kandilleridirler” denilmiş, “Âlimin ölümü âlemin ölümü” sayılmıştır. “İlmin terk edilmesi ümmetin sonunu getirir” uyarıları yapılmış, bu vesileyle “ilim Çin’de dahi olsa gidip alınız” buyrulmuştur. Ve yine Hz Muhammed “ilim ehli insanları karanlıkta yol gösteren yıldızlara benzetmiştir”.*
*(Alak 1-5), (Hadislerle İslam-TDV), (TDV- İslam ansiklopedisi)
Kuran’ın ilme olan bu muazzam yaklaşımı, Hz Muhammed’in Kuran’dan esinlenerek ilme verdiği bu değer çağın ve sonraki çağın muhataplarını derinden etkilemiş, bilimi İslam ahlakı ile harmanlayarak ortaya bir değer çıkarmışlardır. İslam’ın ilk yayılımından itibaren önce Arap yarımadası sonra Ortadoğu ve Orta Asya devamında ise Avrupa, Endülüs’e ve kuzey yarım küreye yapılan keşiflerle İslam bilim dünyası çağın küresel bilim ve yorum modeli olmuştur. Bu emektarlardan “El-Kindi, Ahmed el Endülüsi, Amr el Cahız, Hasan el Amiri, Suleyman es Sicistani, En Nedim, El Kıfti, Hatip el Bağdadi, Cabir B. Hayyam, Harezmî, Farabi, Biruni, ibn Sina, Cezeri ve İbn Haldun” Bunlardan sadece bazılarıdır.*
*(İslam Bilim Ve Teknoloji Tarihi Müzesi Gülhane parkı içi. Fatih İstanbul’da hem kişi bilgilerine ve hem de çalışmalarına ulaşabilirsiniz)
Geldiğimiz bu noktada İslam’dan çok Müslümanlarla muhatap olduk. Müslümanlar o ruhsuz ve heyecansız dünyaya gark olunca yavuz hırsız ev sahibini bastırdı. Gerçi burada ev sahibini ayrı yavuz hırsızı ayrı ele almak gerekir. Yavuz hırsız görevini 18. yy’dan itibaren layıkıyla yerine getirmektedir. Medeni olduğunu iddia eden batı 18. yy sonrası küresel dünyaya orkestrasıyla medeniyet konulu musikisini dinletirken sahne arkasında başta sömürgecilik ve köle ticareti olmak üzere savaş ve savaş teçhizatı pazarlamaktaydı. Bizlere ise sahne önünde dünyanın ne hoş bir yer olduğu, hayatın dizi, film, oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu, çocuklarımızın en iyisini hak ettiğini, çıldırmış gibi günler yapmamızı, bunun için kasırlar kiralamamızı, senin ondan neyin eksik demeyi ifade eden/öğreten batı kendi evlatlarına ise dünya hayatının bir oyun ve eğlence olmadığını çalışmayanın kazanamayacağını öğütlemekteydi. Bizler ise son tahlilde hayatını televizyona bağımlı geçiren, Netflix algılarına kurban veren, orta yaş üstünü facebook’a, orta yaşı İnstagram’a, ergenleri TikTok’a, kadınlarımızı tv dizilerine, çocuklarımızı da Youtube’a kurban verdik. İbn Haldun’lardan Cezeri’lerden Biruni’lerden sonra her doğan erkek çocuklarını paşa, her doğan kız çocuklarını ise prenses ilan eden bir toplum haline dönüştük. Osmanlıda atanacak yetkili kişi bulunamadığında bu durum “kâhtı rical” olarak ifade edilirmiş. Acaba bugünün ifadesi neyin ricali olurdu?
İslam medeniyeti olarak Avrupa’nın gerisine düştüğümüz aşikârdır. İstanbul doğumlu yazar, şair ve devlet ricalinde bulunmuş Ziya Paşa’nın sözleri bu durumu açıkça ifade eder:
“Diyar-ı küfrü gezdim; beldeler, kâşaneler gördüm,
Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm.”
Buradaki viraneliğin sebebi elbette İslam değildir. Bu viraneliğin müsebbibi olsa olsa Müslümanların medeniyet heyecanını ve ruhunu kaybetmiş olmasıdır.
19. yüzyılda medeniyet kavramı ile terakki kavramı eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Halen bile günümüze gelişme, ilerleme, yükselme manalarında çevrilmektedir. Hatırlarsınız terakki ismini sıklıkla kullanan yapılanmaları. Ancak o dönem terakki kavramını kullanan yapılarda “İslamiyet terakkiye mani değildir” sözü ise bir slogandı. Ve esasen bu onurlu bir arayışın tercümesiydi.
Bütün bu ölçütler değerinde Müslüman toplumları geri bırakan bağlı oldukları din değil, din ve dünya tasavvurlarında yaşanan gerileme ve kısırlaşmadır. Eğer İslam dünyasında yeniden bir medeniyet ihya ve inşası olacaksa bu dine rağmen değil, eteğindeki taşlardan arınmış dinle beraber ve onun sağlayacağı imkân ve şeraitlerle olacaktır. Zira İslam demek ruh-i medeniyet demektir. Medeni olmak içinse Müslüman olmak kâfi derecededir. Reçete mahiyetinde, eğer bu yolda ilerlemek istiyorsak taassubu ve cehaleti bir an evvel terk etmemiz gerekmektedir.
Mehmed Akif’in yıllar öncesinden öngördüğü ve dizelere yansıyan serancamı:
“İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti!
İşte İran’ı taksim ediyorlar şimdi.”
…
“Müslüman, fırka belasıyla zebun bir kavmi;
Medeni Avrupa üç lokma edip yutmaz mı?”
Üstad Mehmed Akif’in hakiki bir medeniyet arayışı gerçektir. Ancak hiçbir zaman ihtiyatı elden bırakmaz. Çünkü Avrupa bizi hiçbir an sevmemiştir ve sevmeyecektir. Bugün son yüzyılda da Avrupa’nın Medeniyet bezirgânlığı yapması Müslüman pazarına güya yeni İslami ürünler getirdiğindendir. Medeniyet karşıtı değil bilakis medeniyet hayranı olan zat olarak ifade etmem gerekir ki külümüzü üfleyip közümüzü açığa çıkarmak, üstünde uyuduğumuz doğrudan nasiplenmek gerekmekte.
Yine Üstad Mehmed Akif’in İstiklal Marşı’ndan medeniyet feryadı ile bitirelim.
“Garb’ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var
Ulusun, Korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar
’Medeniyyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?”