Hatırlayalım, vahyin ilk geldiği yeri! (Hira/Nur mağarası) Peygamber Efendimize vahyin geliş ortamının bize çağrıştırdığı kavram: İnziva!
Hakk ile beraber olmak, hakikati bulmak için kullanılan kadim bir yöntem. Engellerden kurtulmanın, araya girenleri aradan çıkarmanın en bildik yöntemi.
“Yakınlaşabilmek için uzaklaşmak” gerektiğine dair inancın yansıması idi her daim inziva!
Bu adet Araplar arasında Efendimizden önce de vardı. Diğer dinlerde de mevcuttur sanırım. İslam’ın ilk ayetleri bir inziva halinde/ortamında indi!
Rabbi bulmanın yolu inziva mı bilemiyorum (ki, zannetmiyorum da); ama Rabbi ile tanıştıktan sonra Efendimiz bir daha mağara gibi bir yerde inzivaya hiç çekilmedi.
Hak ve hakikat üzere dik durabilmek, hakkı daim kılabilmek için gece namazı emredildi ilk önce.
Sabah-akşam Rabbi anmak için de yöntem olarak namaz gösterildi. Hakka gitmenin yolu olarak “halktan kaçıp bir köşeye çekilmek” yerine “halk ile Hakkı tanıştırmanın” yolu olarak yine namaz gösterildi. Hazreti Ömer ve Hazreti Hamza gibi şahsiyetler peygamberliğin ancak 5. yılında Müslüman olabilmişlerdir. Bu da Müslüman cemaatin ilk başlarda gerçekten uzun zaman çok zayıf ve az olduğunu gösteriyor. Bu ortamda eğitim ve terbiye metodu olarak sanırım iki yol mevcut oluyor:
1. Gelen vahyi anlamak için Peygamberin sohbetine katılmak. Ki bunun için her defasında farklı yöntemler aranmıştır. Bazen uzak vadilerde bir araya gelinmiş, gizli kuytu köşelerde görüşülmüş; bazen de Hz. Erkam gibi sahabi evleri kullanılmış.
2. İkinci yol ise özellikle gece olmak üzere “Namaz” olmuştur.
Vahyi asgari bir şekilde ezberlemenin gerekçesi yine namaz oldu. Tesbih, zikir, hamd, kıraat, tilavet ve en önemlisi tertil üzere okuyuş namazda birleşti.
Her zaman ve her yerde Rabbi anabileceğimizin müjdesi ve Rabbimizin bizden hiç vazgeçmek istemediğinin ayeti oldu namaz.
Rabbimizin, bizim sevincimize (bayramlar), ayrılık ve üzüntümüze (cenaze namazı), korkumuza (korku namazı), dünya ve felaket endişemize (güneş ve ay tutulması), kıtlığımıza (yağmur duası namazı) ortak olmasının ve bizi hiç yalnız bırakmak istemeyişinin ayeti oldu namaz.
“İster tek başınıza ister insanlarla beraber olun, Allah’ın huzurunda olduğunuzu unutmayın!” ayetinin uygulamalı tefsiri oldu. Kardeşliği, tanışmayı, görüşmeyi, yardımlaşmayı ve cemaat olabilmeyi tesis etmenin yolu…
Haftada en az bir kere toplanmak farz kılındı namaz üzerinden. Onlardan uzaklaşmak yerine, Hakkı halka anlatmak için namazdan istifade edildi. M. İslamoğlu’nun tabiri ile Kesintisiz bir eğitimin ve öğretimin (hutbeler) vasıtası oldu. Tüm zaman ve zeminlerin en yaygın ve süresiz terbiye metodu oldu hutbeler.
Bir Müslüman’a, Rabbini her durumda anmayı öğretti (Ayakta, eğilerek, oturarak, yere kapanarak). Kıyam ile dik durabilme, Rabbinin huzurunda emre hazır olma; eğilerek Allah’a itaatini sunma (rüku), tek ulu olanın Ulu oluşunu dile getirmenin ifadesi ve yükselebilmek için yerlere kapanmak gerektiğinin itirafı oldu secdeler.
Rabbim,
Senin için ne yapabilirim, ne istemektesin benden? gibi kadim bir soru ve sancının ikinci sıradaki cevabı oldu namaz!
1) Yaratan Rabbin adı ile Oku! ( ben okuma bilmem, neyi okuyayım, sorusunun cevabı verildi)
2) Geceleri kalk ve Rabbini an. Kur’anı tertil üzere oku.
Bu sayede vahiy ile insan arasında “yakin gelinceye/ölüm onu alıncaya kadar” kopmaz bir bağ oldu namaz!
Fatiha süresi namazın vazgeçilmezi, Namaz ise İslam’ın vazgeçilmezi oldu! Yani, Namazdan kopmak demek, vahiyden kopmak demektir başka bir ifade ile.
Bir kulun bu denli vahiy ile haşir-neşir olduğu ve vahiy ile yoğrulduğu başka bir ibadet yoktur sanırım namaz gibi!