Bugün en yakın örnek olarak yaşadığımız Türkiye’ye baktığımızda özellikle seçim dönemlerinde herkesin ağzındaki sloganlara şahit oluyoruz. Bir taraf sırf karşısı farklı düşünüyor diye öldürebiliyor ki bunu geçtiğimiz yıl bir parti konvoyuna yapılan saldırıda en net şekilde gördük.
Bizlere ne oldu da sadece karşımızdaki farklı düşünüyor diye onu öldürmeyi göze alabildik? Bugün başkaları tarafından oluşturulmuş sloganları sorgulamadan, düşünmeden attığımızda özgür düşündüğümüzü sanırız. Oysa durum hiç böyle değildir. Başkalarının sloganlarını tekrarlamak özgür düşünmek değildir ve hiçbir zaman da olmayacaktır.
Eğer kitaplığımızda bulunan, çok eskiden okuduğumuz bir kitabı inceleme şansını yakaladıysak sayfaları karıştırırken biz istesek de istemesek de değiştiğimizin farkına varırız. O kitaba baktığımızda ilk okuduğumuz zamandaki düşüncelerin kat ve kat fazlasını farkederiz. Gözümüzden kaçmış olan yeni olayların farkına varırız ve o kitap ilk sefer okuduğumuz kitap değildir. Peki kitabın değişme sansı olamayacağına göre değişen nedir? Değişen insandır.
Biz insanlar nedense, her saniye vücut hücrelerimizin yenilenmesine rağmen değişmekten ve yenilenmekten her zaman korkmuşuzdur. Bundan dolayı kafamıza dikte ettiğimiz o değişmez düşünceleri, farklı düşünceleri anlamaya çalıştığımız zaman br elek yerine koyarız. Bundan kaynaklı farklı düşünceleri ve fikirleri okuduğumuzu ve anladığımızı sanmamıza rağmen aslında hiç okumamış ve anlayamamışızdır.
Kendi düşüncelerimizi mutlak doğru sanmamız kendimizi fikir okyanusuna bırakamamamızdaki en büyük engeldir. Her saniye vücut hücreleri yenilenirken, doğadaki yaşam bir saniye öncesine göre farklılaşırken bizler nasıl oluyor da düşünce ve fikirlerimizi mutlak doğru olarak kabul edebiliyoruz?
Televizyon programlarına bakalım. Her gün tartışma programlarına şahit oluyoruz. Programda tartışmacılar nedense her zaman kendi fikirlerini mutlak doğru kabul ederek tartışmaya başlarlar. Bunun sonucunda karşılıklı olarak sesler yükselmeye başlar ve ortam kendini kargaşa haline bırakır. Tartışma programlarını sıklıkla takip ederim. Henüz hiçbir tartışmacının karşı taraftaki düşünceyi bir an düşünüp “haklısınız” böyle olma ihtimali olabilir dediğini görmedim. Fikirleri namusu ve şerefi gibi sahiplenenler, karşı taraf farklı bir şey söylemeye dursun hemen başlarlar hakaretlere ve yaftalamalara. Bizlerin bir an önce, fikirlere namus ve şeref edası yükleyip fikirlerimizi bu sertlikte savunmayı bırakmamız gereklidir. Tek bir düşüncenin olduğu toplumlar (bunlar genellikle farklı düşüncelerin yasaklandığı ülkeler olur) hiçbir zaman ilerleyemez ve çağa ayak uyduramazlar.
Evimizde bir bebek varsa inceleyelim. Sizler de göreceksiniz. Bebeklerin zihinleri durudur ve kimse tarafından kirletilmemiştir. Merakla bir o yana bir bu yana koşturup dururlar. En basit şeyleri bile dakikalarca izleyebilirler. Çünkü hayret ederler. Ellerindekilerle hiçbir zaman yetinmezler. Bizler hayretimizi kaybettik. Çevremizdeki o gereksiz sloganlar aklımızı o kadar kirletti ki duru bir beyin ile düşünemez olduk. Fikirlerimize sürekli bir ideoloji kılıfı bulma çabasına girdik. Bizlerin bu durumdan kurtulmasındaki tek çare kaybettiğimiz hayret duygumuzu geri kazanmaktan geçer. Bir kedinin, bir köpeğin ve bir bebeğin gözündeki merakı göremeyecek kadar hayretimizi kaybettik.
Meramımı özetlersem; biz insanların artık farklı fikirlere tahammülümüz olması birinci şarttır. Diğer bir şart kendi fikir ve düşüncelerimize namus ve şeref muamelesi yapmayı bırakmamızdır. Kendi fikirlerimizi mutlak doğru görmek başta kendi fikri gelişimimizin önünde en büyük engeldir. Kendi fikirlerimizi mutlak gördüğümüz taktirde yaşanan her şeyi sadece kendi at gözlüklerimizle göreceğiz. Farklı düşüncelere ait insanlarla arkadaşlıklar kurmak ve fikir alışverişinde bulunmak bizlere önemli derecede yeni ufuklar açacaktır. Derdimi şu sözlerle bitirmek istiyorum;
“Değişmeden öğrenemez ve öğrenmeden değişemeyiz.”
Bart Kosko