Rahmetli babaannem akşam namazı için “at kuyruğunu sallayana kadar geçer yavrum” derdi hep. Küçükken anlayamazdık tabii ne demek istediğini, ta ki hayatta at kuyruğunun sallanışından daha hızlı gelişen, geçen ve değişen şeyleri yakından tecrübe edinceye kadar. Evet akşam namazı da çok çabuk geçiyordu ama bunun gibi birçok şeyin hızına yetişemez olduk son zamanlarda.
Herkesin bireyselleştiği ancak tam olarak da bireyselleşemediği bir zaman bu. Eskisi gibi evlerimiz kalabalık değil, aile büyüklerimiz yanımızda değil ama attığımız her adımın yani tercihlerimizin görünmez dayanakları var artık. Buna ister popüler kültür diyelim ister küreselleşme. Adı her ne olursa olsun, insanın taklit etme hali değişmezken taklit edilenler değişiyor. Bu, kimi zaman bilinçli bir halde yapılıyor, kimi zamansa farkında olmaksızın. Örneğin evimize alacağımız bir eşya dışarıdan bizim tercihimiz gibi gözükse de aslında birilerinin tercihleri arasından tercihte bulunuyoruz genellikle. Kendi toplumumuzda konunun varlığı ile ilgili derin sosyolojik araştırmalar yapılmalı ancak aklıma düşenlerden birkaç örnek vermek istiyorum. Tesettürlü hanımefendiler bilirler ki bir dönem herkes eşarbının önünü sivri yapardı, bir dönem inanılmaz büyük topuz yapılırdı. Kabarık saçlı birisini gördüğümüzde seksenlerden kalma gibi deriz zira o dönemle bütünleşmiştir o saç stili. Bir dönem de pembe mobilya furyası vardı. İnsanların evleri -bugün baktığımızda- masal diyarı gibiydi.
Düşününce bütün insanların bu kadar koordineli şekilde hareket edip bir şeylere uyum sağlayabilmesi bana ilginç geliyor. Sonra kendi kendime diyorum ki bu durum sadece kılık kıyafetle sınırlı kalamaz; düşünüş biçimlerimize de etki eder muhakkak. Tarih boyunca çokluk ile hakikatin paralel gitmesi de bu dediğimi kanıtlar nitelikte. Bugün hayatımıza baktığımızda birçok konuda o görünmeyen tercih dayanaklarımızı takip ediyoruz. Üstelik bu dayanaklar din ve örf gibi kuvvetli dayanaklara bile galip gelebiliyor. Bunun için herkes eski olanı hep hayırla yad ediyor ve şimdinin çok değiştiğini söylüyor. Değişen şimdi miydi yoksa zihin yapımız mıydı? En basitinden düğünlerimiz… Eskiden düğünler kadın-erkek ayrı yapılırken şimdi kadın-erkek karışık düğünler gereklilik haline geldi. Bu arada bunların doğruluğu yahut yanlışlığını tartışmak gibi bir niyete sahip değilim. Değer yargılarımızın nasıl değiştiğine dikkat çekmek istiyorum sadece. En basit konularda değişen düşüncelerimiz hayati derecede önemli meselelerde de değişebilmekte.
Bugün “özgürlük” kavramı her tür fasıklığın uğrak limanı olmuş durumda. Özgürlük adı altında nice değer yargımız eritildi. Benim dikkatimi çekmeye çalıştığım nokta ise bunu bilinçli yapanlardan daha ziyade farkında olmayan; yolun sonunu bilmeyen ve çoğunluğa uyan insanların tutumu. Doğrularımız ve yanlışlarımızı seçemediğimiz; ama bunun dışında her şeyi seçebildiğimiz bir dünyaya doğru ilerliyoruz. Dışarıdan bakıldığında fazla komplocu gözükse de haklılık payını görmek için sadece kendi düşüncelerimizin serencamını gözlemlememiz yeterli gelecektir.
Tercihlerimizin başkalarının tercihleri arasından olması da yabancı olduğumuz bir olgu değil. Çocuklarda iyi şeyleri uygulatma yönünde kullandığımız bu teknik, kim bilir kimlerin zihinlerinde ve ellerinde bizler üzerinde uygulanıyor. Artık satılması istenilen bir ürünü sattırmak zor olmadığı gibi yayılması ve düşünülmesi istenilen düşünüş biçimlerini yaygınlaştırmak da zor değil. Neyse ki bize sunulan kırmızı ve yeşil elmadan hangisini istediğimiz hususunda tercih hakkımız var, şükür! Peki ya elma değil de armuta ihtiyacımız varsa? Sorunu tespit ettik, eleştirdik, büyük büyük konuştuk. Peki ya çözüm nedir? Çözüm, şuurumuzu her daim aktif tutabilmek. Yaptıklarımızın, düşündüklerimizin ve taklit ettiklerimizin kaynağını sorgulamak. Ve aynanın karşısına geçip esaslı bir şekilde kendimize “tercihlerimiz tercihlerimiz midir?” diye sorabilmek…