Köşe yazarı Abdurrahman Dilipak, takip ettiğim yazarlardan değildir. Lakin bir şekilde rast geldiğimde okuyabileceğim akıcılıkta yazılar yazdığını bildiğimden genelde es geçmem.
Kendisinin komplo teorileri üzerinden yürüyerek yazılar kaleme aldığına bir çok kez şahit olmuşumdur.
Bugün de ona ait bir yazıya denk geldim. Okuyunca içimin daraldığını hissettim.
Giriş paragrafı aynen şöyle başlıyordu.
“Corona’yı unutun. İdlib ya da Yemen, Libya, Afganistan, Irak da o kadar önemli değil. Amazon’lardaki ya da Avusturalya’daki yangın da o kadar tehlikeli değil.”
Ve hemen devamında işte aradığım kelime..
“Korku senaryolarından rahatsız oluyorsanız isterseniz bundan sonrasını okumayın.” diye devam ediyor yazı.
Devam ettim okumaya. Küresel ısınmanın vardığı boyutu çarpıcı bir dille açıkladıktan sonra bir çok ülkenin bu ısınmaya bağlı olarak yakın bir tarihte su altında kalabileceğinden depremlerin artmasına hatta Betelgeuse yıldızının son zamanlarda sönme eğiliminde olmasına kadar bir sürü teoriler öne sürmüş. Teori evet, çünkü kendisi de yazının başında korku senaryolarından rahatsız oluyorsanız okumayı bırakın diye tembihleyerek yazdıklarının kesin bilgilere dayanmadığını söylemekteydi.
Bu teorilerin yanı sıra bizim neler yapabileceğimiz hakkında bazı öneriler de sunmuş yazısında. Yüksek bina yapmaktan vazgeçmemiz gerektiği tarım alanlarının ve hayvan barınaklarının yer altına alınması gibi.
Yazının devamını siz okursunuz artık, ben kendi yazıma geçmek istiyorum.
Kadim kitaplar ve bilinen tarih bize binlerce yıldır yaşanmış bir çok büyük felaketlerden haber vermekte.
Nuh Tufanı
Veba Salgınları
Helak Olan Kavimler
Büyük Savaşlar
Mega Depremler vs. vs.
Dünyanın Milattan önce ve de sonra yaşadığı binlerce doğal ve yapay felaketlerden bazıları…
Şimdi de bu felaketlerin eşiğinde olmamız muhtemeldir. Doğrusunu ancak Allah bilir.
Küresel ısınmayı ya da salgın hastalıkları veya evrendeki yıldızların görülmemiş hareketlerini küçümsemek derdinde değilim sadece her şeyin bir sahibi olduğuna inancımızı sağlam tutmanın öneminden bahsediyorum. Önlemler elbette alınmalı, uyarılar elbette yapılmalı. Fakat bunlarla birbirimize korku salmanın bence ne zamanı ne de yeri.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) “Kıyametin koptuğu ana denk gelseniz bile elinizdeki fidanı toprağa dikin” cümlesinde aslında bu mana yatmakta.
En önemlisi de yanı başımızda mazlum coğrafyalarda yanan yangına su dökecekken, yaklaşmakta olan ve yaşanacağı şüpheli olan olaylara yüzümüzü dönmek bir mü’mine uymayan bir “gömlek” olsa gerek.
Avustralya’daki yangını bırakıp, bütün insanlık coğrafyasında yaşanmakta olan acılardan yüzümüzü çevirip teorilerin izini sürmek çok da mantıklı olmasa gerek.
Ümitvâr olmamız gerekirken paranoyak olmanın neresi mantıklı?
Sizi bilmem ama yaşadığımız asırdaki sözüm ona İslam önderlerine bazen çok kızıyorum. Nelerle uğraşıyoruz?
İslam dünyası aslında halifeden çok, bilim insanlarına hasrettir.
Biruni’ye hasrettir. İbni Haldun’a hasrettir. İbni Sina’ya hasrettir.
Allah’ın kelamıyla bitiriyorum. “Bir şeyi dilediği zaman O’nun emri, o şeye ancak ‘Ol!’ demektir. O da hemen oluverir.”
(Yâsîn suresi, 82. ayet)
* Görsel: Khaldoon Ghanaitek