Fragman:
Yer: Amerika’nın nezih muhitleri. Aynı sıraya dizilmiş birbirinin benzeri – çoğunlukla gri- beyaz pak-sidingli ve kimi bodur kimi yüksek ağaçlarla çevrili evler. Ortada geniş, ferah ve sakin bir yol ve olmazsa olmaz kamyon tipi sarı-siyah okul otobüsü. Birbirinden yakışıklı ve güzel çocuklar tek sıra halinde otobüse binmeye hazırlanıyorlar. Hepsi mutlu. Kapı önlerinde en sırıtkan halleriyle bilge ve düzgün vücutlu kadınlar. Arabalarıyla uğraşan kaslı ve özgüven hormonlu erkekler. İşte size Amerikan rüyası !
Yakın zamanda dost androidler
Bu kısa fragmandan sonra hayatımıza zaten girmiş bir olgudan bahsederek başlayalım konuya: Sürücüsüz taksiler, drone taksiler.
Bilindiği üzere Dubai’de artık sürücüsüz dronelar hava trafiğindeki yerlerini aldı. Google’ ın ürettiği insansız taksiler dünyanın belli başlı yerlerinde müşterilerine hizmet vermeye de başladı. İçine giriyorsunuz navigasyondan gideceğiniz adresi seçiyorsunuz, güzergah opsiyonlarını trafik, yakınlık durumlarına göre siz belirliyorsunuz ve otomobil sizi seçtiğiniz adrese bırakıveriyor. Taciz yok, taksimetre şişirmek için dolaştırılma korkusu yok, memleket nere diye başlayan anlamsız taksici muhabbeti yok, trafik kurallarına uymama riski yok, kanunsuz şerit değiştirme bile yok. Gayet güvenli ve konforlu bir yolculuk sizi android dünyasının “kontrollü” dünyasına çağırıyor.
Bu güven ve kontrol edilebilirlik son zamanlarda tüm işlerimize rahatlıkla sirayet etmek isteyebilir. En “güvenli” haliyle bizim canı gönülden çağırdığımız bir yeni sistemi hayatımıza sokabilir. Misal anne görünümlü bir robotun çocuğunuza bakıcılık etmek üzere programlandığını hayal edin. Sizin çocuğunuzun yüzü tanıtılacak, ihtiyaçlarını ve saatlerini gireceksiniz, çıkardığı sesleri ve karşılık gelen muhtemel ihtiyaçlarını gireceksiniz o da siz yokken annesini hiç aratmayacak şekilde çocuğunuza göz kulak olacak. Şiddete uğrama ihtimali yok, taciz riski yok, ihmal edilme korkusu yok. Baş ve göğüs kamerasıyla nasıl ilgilenildiğini de an be an görüntüleyebileceksiniz. Böyle bir durumda kim başka bir “insana” emanet eder çocuğunu, sizce? Bence hiç kimse.
Ya da dış görünüşü en sevdiği çocuğunu andıran bir bakıcı robotun yaşlı anne ve babanıza bakım yaptığını hayal edin bir. Pekala yaşlılarımızın huzurevi kabusuna ilaç olabilir bu yenilik. Onu saatlerce bıkmadan dinleyebilir. Onu avutabilir, teselli edebilir ona güzel şarkılar söyleyebilir. Hele anılarınızın da robota yüklendiğini hayal edin. Aynı şeylerden bahsedip gülüp eğlendiklerini düşünün. Ne kadar mutluluk verici bir tablo değil mi? Kötü muamele yok, ihmal yok, beddua korkusu yok.
Biraz da yediğimiz içtiğimiz şeyleri ele alalım hadi. Eminim siz de markette, eczanede, manavda, şarküteride aldığınız ürünleri evinize getirirken aynı kaygıları taşıyorsunuzdur. Evinize sizi kısmen zehirleyecek hormon, ilaç artığı, genetiği değiştirilmiş ürünleri getirdiğinizi düşünmüyor musunuz? Hangi kasaptan yüzde yüz natürel bir ürün aldığınızdan emin olarak alışveriş yapıyorsunuz? Elcevap: Hemen hemen hiç.
Yakın gelecekte bunun bir gıda terörü istilasına uğramayacağı kesin değil ya da gıda güvenliğinin nasıl sağlanması gerektiğine dair tablolar da oldukça muğlak ve kafa karıştırıcı. İnsanlar ne yapıp edip ete benzeyenleri et diye, beyaza çalan her şeyi de süt diye paketlemeye çalışıyorlar.
Yakın dönemde tüm bu yediğimiz şeylerin bir tür tohumunun üretildiğini hayal edelim. Öyle bir tohum ki evdeki üretim makinenize attığınızda size her şeyi hesaplanmış, dokunan ve zarar veren hiçbir madde katılmamış bir “benzer ürün” meydana getiriyor. Örneğin kapsül şeklinde birkaç tohum alıp evdeki fırına benzeyen makineye atıyorsunuz ve iki dakika sonra fırını açtığınızda bir bahçeyle karşılaşıyorsunuz. Yıkama yok, gdo korkusu yok, gübre artığı yok; doğrama, karıştırma sonrası salatanız hazır.
Ya da başka benzer bir makineye attığınız minik bir tohum kapsülü iri bir kuzu budu olarak karşınıza çıkıveriyor. Ondan sonra gelsin incik kebapları gelsin elbasan tavalar. Size de mevcut durumdan daha “emin” gelmedi mi?
Daha bir sürü şey için genelleyebiliriz bu durumu. Bizi koruyacak ama zarar vermeyecek polisler için, sınır güvenliğimizi sağlayacak ama soğuktan donmayacak ya da şehit cenazelerinde yüreğimizi sızlatmayacak askerler için, çocuğumuza her türlü bilgiyi en standart haliyle verecek ama veli toplantısında bizi uyarmayacak öğretmenler için de düşünebilirsiniz.
Peki ya çocuklarımız? Altını pisletmeyen, gece uykusuz bırakmayan, geri zekalı gibi görünme riski olmayan ve Boğaziçi Makine yi kazanmaya programlanmış bir çocuğumuz olsa fena mı olurdu? Amansız bir hastalık derdine düşme ihtimali hiç olmayan, size” hainlik” etmeyecek, uyuşturucuya başlamayacak, başınızı yere eğdirmeyecek çocuk ya da çocuklar gurur kaynağımız olamaz mıydı sizce de? Üç yaşına kadar dünya bez parasından, evlenene kadar boğaz bakma derdinden kurtulsak güzel olmaz mıydı? Ona da bağlanırdık, onu da sevebilirdik belki de.
Ya eşlerimiz, sevgililerimiz. Bir kere bizi sevmeye programlandıktan sonra asla başkasını düşünmeyecek, bize hep istediğimiz gibi davranacak, istediğimiz fonksiyonları istediğimiz zaman oluşturacak bir sevgili ya da eş sizce de çok konforlu değil mi? Kaybetme korkumuz, aldatılma, zarar görme, aşağılanma korkumuz olmadan doyasıya sevmek, sevilmek… Düşünmesi bile baş döndürücü!!!
Zaten oraya doğru gidiyoruz.
Yapılan bir araştırmaya göre iki üç nesil önceki insanlara göre biz daha hiperaktif daha otistik bireylere dönüşmüş durumdayız. Onlar para için bir sene sonraki hasat dönemini rahatlıkla beklerken biz ay sonunu sabırsızlıktan bekleyemiyoruz. Onlar at sırtında on günlük bir yolculuğu keyif içinde sürdürürken biz iki saatlik bir uçak yolculuğunu sıkıntıdan patlayarak geçiriyoruz. Onlar bir mektubun cevabını altı ay bekleyebilirken biz watsap mesajını iki saniye kadar ancak bekleyebiliyoruz.
Ya otizm belirtilerimiz. Hangimiz gerçekten karşıdakini merak ederek sürdürüyor sohbetini? Görür görmez halinin ne olduğunu anlayabilen kaçımız kaldık? Hepimiz kendimizi anlatma derdinde değil miyiz? Hepimiz mecburen bir baş selamı verip geçmek istemiyor muyuz? Mümkün olsa da tüm dünya bize kalsa. Kimseyi görmek zorunda kalmasak. Kimseye bir şey anlatma derdinde olmasak. Kimseyi dinlemek zorunda kalmasak. Ne güzel olurdu değil mi? Aynı frekansta buluşamıyoruz artık. Duygudaşlık edemiyoruz kimsecikle.
Dikkat süremiz oldukça sınırlı, sabrımız yetersiz, tahammülümüz az. Yürüyen monitörler gibiyiz hepimiz. Hepimiz birbirimize benziyoruz. Duygusuz ama mutlu, içeriksiz ama cool. Anı belleğimiz etkilenmişliklerle sınırlı. Vefa duygusunu bilen kaldı mı sahi? Sahi hepimiz robotlaşmıyor muyuz zaten? İhtiyaçlarımız da onlarınkine benzemiyor mu?
Ya güven? Sürücüsüz bir taksi insan bir taksi sürücüsünden daha güvenli hale gelmişse başka söylenecek hiçbir şey yok bence. Bir insan evladı bir çocuğa işkence, ölüm, taciz reva görüyorsa elbette bakıcı bir robot çok daha “el emin” olmayı hak ediyor, günümüz insanına oranla…
Filmin devamı:
Çocuklar ellerindeki biletleri makineye okutarak üzerlerinde isimleri yazılı koltuğa oturuyorlar. Hiçbirinde negatif bir duygu kırıntısı görünmüyor. Herkes oturduktan sonra otobüs kendiliğinden çalışıyor ve okul yolculuğu başlıyor.
Anneler çocukları uzaklaştıktan sonra eve giriyorlar. Birisinin evinde keçe gibi beyaz saçları olan huysuz bir ihtiyar bastonunu tehdit eder gibi o melek yüzlü kadına doğru uzatarak konuşmaya başlıyor:
-Çabuk altımı temizle geri zekalı robot, nerde kaldın iki saattir, aptal şey.
Kadın hiçbir algınlık emaresi göstermeden bastonu kenara çekerek gülümseyen yüzüyle “insan” a doğru yaklaşıyor.
Yazıyı okurken bilim kurgu filmi izliyor gibi oldum. Ve bir anda kendimi filmin içinde buldum. İçim darlandı. İnsanoğlu bile bile kendi sonunu hazırlıyor.