Tedirgin ve bezgin yüzünde inançsızlığın, vazgeçmişliğin izleri açık bir şekilde okunuyordu. Artık uğraşmak istemiyordu ancak Psikiyatri Polikliniği belli ki ikna etmişti; bir de psikoterapiyi denemesi için.
Konuşurken gözlüğünün üstünden bakarak konuşuyor ve otuz yılı aşkın tedavi geçmişinden, ilaç ve doktor çeşitliliğinden bahsediyordu. “Deniz yirmi kilometre uzakta hocam” diyordu. “Motoruma atlasam on beş dakika. Ama bana başka bir gezegende imiş gibi geliyor” diyordu. Bu elli sekiz yaşındaki artık inanmayı bırakmış, durumu çaresizlikle kabullenmiş hastayı önce inandırmak gerekiyordu. “Hadi gayret” demek gerekiyordu belki de. Belki de sürpriz bir şekilde korkusunun ne olduğuyla yüzleştirmek gerekiyordu.
Agorafobili Panik Bozukluk yaygınlık konusunda hiç de masum sayacağımız bir rahatsızlık değil. Oldukça geniş bir yayılım ve görülme alanı var, maalesef. Çoğunlukla başlangıçta sosyal çekinmelerin, kaygıların da eşlik ettiği bir rahatsızlık. Kaynağı ne olursa olsun hepimizin kendini sunma “presentation” ile ilgili kaygıları olabilir. Başlangıçta bu normal de sayılabilir. Yurdum çocuk yetiştirme stratejileri çok da cesaret verici değil ne de olsa. Ebeveynlerimizin bizimle ilgili korku ve kaygıları bir şekilde ileriki dönemde bize de bir bakiye bırakabiliyor. Toplum içinde kendimizi sunma, gösterme kaygıları; üstüne gidilmediği, cesaret verici yaşantılarla desteklenmediği zaman çevredekilerden korkmaya dönebiliyor.
Dışardaki herkesin bizimle ilgili olumsuz düşünceleri olduğunu bile düşünebiliyoruz zamanla. Ve onların gözleriyle kendimize bakmaya ve eleştirmeye alışıyoruz giderek. Bu eleştiri biçimi öyle ağır bir hal alıyor ve genelleşiyor ki bir süre sonra güvende hissetmediğimiz bir alana ve kendimizle ilgili endişelerimizin yükselmeye başladığı bir alana dönüşebiliyor.
Korkularımızın bilinen en etkili ilacı: Üstüne gitmek. Tabi ki birden bire ve en korktuğumuzdan başlayarak değil. Sistematik duyarsızlaştırma tekniği tam da bu aşamada devreye giriyor. Hastayla iş birliği yaparak yapabileceği ve üstüne gidebileceği korku alanını beraberce seçip yapılacakları belirliyoruz. Elli sekiz yaşındaki ve oldukça yakışıklı ama inancını kaybetmiş hastamla da aynı şeyi yaptık. Kendisini sıkışıp kalmış hissettiği ilçenin gidebildiği sınırlarını belirledik önce.
Sonra o sınırların ötesiyle ilgili korku ve kaygılarını. Ani bir yüzleşme oldu bu. Hastam fark etti ki o sınırların ötesindeki zeytin ağaçları, yol çizgileri, gökyüzü, çevre düzenlemesi hiçbir şekilde değişmeden aynı kalıyor. Yapabileceğine olan inanç “acaba”larıyla birlikte o zaman geldi işte. Çok kısa bir zamanda o pekişen inanç sayesindedir ki “yersiz” korkularının hapishanesinden bir isyanla çıktı dışarıya.
Önce güvensiz adımlar sonra hasret kaldığı bir özgürlük hissiyle. Otuz yedi yıl sonra yirmi kilometre uzaktaki denizi görebilmenin mutluluğu nasıl tarif edilebilir ki? “Hocam deniz kenarına oturdum, çocuklarımla çay içtim” diyordu ertesi gün. Bu kez neredeyse altından bakacaktı gözlüklerinin ve bir enerji patlaması vardı bakışlarında. Bir de kendiliğinden dökülen yaşlar. Galiba mutluluk gözyaşlarıydı.