Havalar iyice ısınmaya başladı. Ülkemizin en ücra yerlerindeki piknik alanları bile mangal aşkıyla yanıp tutuşanlarımızın (yani neredeyse hepimizin) istilası altına girdi bile çoktan. Bahaneyle, yine oturduğum yerden bir konu hakkında kafa ütülemek istiyorum.
Spor tutkunu değiliz, tamam; ama hareketin en ufağına bile tahammülümüz yok sanırım. Evde oturup durduğumuz yetmezmiş gibi piknik alanlarında da tek yaptığımız bu.
Bakıyorum, pikniğin başından sonuna kadar sadece mangal ve masa arasında turluyoruz. Evdeki mutfak ve salon arasındaki mesafenin fazlasını yürümek, doğal ortamda da işimize gelmiyor. Eylem(sizlik) aynı, sadece manzaramızı değiştiriyoruz. Ormanda 15-20 dakika olsun yürüyüş yapmaya mecalimiz yok. Biraz gezip dolaşsak ve yaratılan güzellikler üzerinde biraz düşünsek olmaz mı, sadece ufak bir emek karşılığında? Maalesef olmaz!
Emek; en çok değer verdiğimizi iddia edip en az umursadığımız şey. Aynı ekmek gibi. Yerde bulunca öper başımıza koyarız ama yıllık ekmek israfında bütün gayrimülislim ülkeleri geride bırakırız. Çalışanın hakkıyla ilgili özlü söz, rivayet vb. birçok düstura sahibiz ama ilk fırsatta harcadığımız, ötelediğimiz şey olur alın teri.
Kıpırdamamız gerekiyor. Tam da tabiatın her zerresiyle uyandığı bu aylarda biz de katılalım bu kervana ve harekete geçelim; çünkü rutin ve hareketsiz bir hayat insan ruhu için kanserden farksız. İyiliği arzulayarak yaptığımız bir doğa yürüyüşünün bile bize katacağı çok şey var halbuki.
Kapak görüntüsü Candarlı Köyü’nün (Bursa – İznik) girişinden. Komformizmin doruklarında bir kardeşimizin eseri bu, piknik alanında oturma takımı. Karikatür gibi. Birkaç sene öncesine ait, heveslenip giderseniz artık orada değil, açık havada ömrü sınırlı tabi.
Kıymetli bir abim şu yorumu yaptı: “Öyle masa başında oturmak gibi değil, adam bütün gün yorulmuş, tabi oturacak. Gezmeye, yürümeye hali kalmıyor ki…”
Yerinde bir eleştiri, verecek çok cevabım yok; ama fiziksel olarak yorucu bir işi olmayanlarımız da bu şekilde davranıyor, hiç değilse onları eleştirmiş olayım.