Paylaş

Dine ve özelde İslam’a dair konularla ilgili bakış açım: “Müslüman olayım mı?” ya da “Müslüman kalmaya devam edeyim mi?” noktasında hiç olmadı; hala da öyle değildir. ‘Bazı şeyleri abartmamak gerek’ diye düşünüyorum. Din bir daire ise, işine gelmiyorsa çıkar gidersin. Kendi adıma sıradan bir Müslümanım. Müslüman olmak ne daha iyi biri olmama engel oldu ve ne de Mars’a gidecekler arasında olmama engel oldu da beni geri bıraktı.

Hikmeti hakkında fikrim olsa da sebebi hakkında bilgimin olmadığı bir şekilde Rabbimizin bu dini garip bir formatta gönderdiğini düşünüyorum. Ateist olsun dindar Müslüman olsun “din”de Allah’ı görmeye çalışanlar yarı yolda kalacaklardır. Dinde esas olan şey indiği havzanın algısıdır.

Farklı yazılarımda dindeki emir ve nehiyler üzerinden bunu ifade etmeye çalışmışımdır. Kaç zamandır aynı mevzu kıyamet alametleri konusunda da karşıma çıkmaktadır.

Müslümanların düşünme tarzı bu rivayetler ile ilgili konuda şöyle çalışmaktadır:

  • Bu rivayetler sahih mi?
  • Kur’an’da mı geçiyor, hadislerde mi?
  • Uydurma mı, zayıf mı?
  • Te’vil edilmesi gereken bir konu ise nasıl te’vil edilecek?
  • Peygamber Kur’an’da geçen ayetler haricinde geleceği/gaybı bilebilir mi ki?

Tartışma önce bahsi geçen konunun sahih olup olmaması, sahih değilse kökten reddedilmesi, sahihse te’vil edilmesi ve kabul edilebilirlik sınırlarına sokulması şeklinde olmuştur. Bir kesim de Peygamber söylediyse olduğu şekilde kabul eder ve iman ederim; kimseyi ilgilendirmez, demiştir. Ben ise (belki başkaları da vardır bilmiyorum!) konuya vahyin indiği havzanın algısını anlamak noktasından yaklaşıyorum.

Konuyu ele alırken Peygamber Efendimizi kendimce aklamaya çalışmayacağım; çünkü bunun karalanacak bir durum olmadığını düşünüyorum. Yani meseleyi “Peygamber Efendimiz kıyamete kadar olacak her olayı biliyordu ve fakat kavmine ancak böyle bir söylem ile anlatabilirdi” tarzında ele almayacağım.

Yıl 2024. Günümüzde dünyanın aldığı hali görebiliyoruz. Gelecekte alacağı hal ile ilgili de fikir yürütebiliyoruz. Tüm inançlardan azade bir şekilde insanlığın yaşadığı değişim ve dönüşümün şekli/hızı/içeriği/formatı nedeni ile öngörülemez bir hal aldığını ve bu nedenle algılarımızı yeniden yapılandırmak zorunda kaldığımızı görebiliyoruz.

Tarihi çağların sınıflandırması ile ilgili ilk göze çarpan şey bir çağdan başka bir çağa geçme ile ilgili sınıflamada bazen binlerce yıl, çoğu zaman da yüzlerce yıl geçmiştir. Fakat günümüzde yeniden sınıflama yapılacaksa bunun için yüzlerce yıla ihtiyaç olmayacaktır. Birkaç yıl yeterli olacaktır.

Peki bu durum neye sebep olmuştur?

Gelecek tasavvurumuz/öngörümüz ile geçmiş yaşantımız/tarihimiz arasındaki irtibat kopmuş durumda. Başka bir ifade ile gelecekteki dünyamızda geçmişten izler göremeyeceğimiz anlamına gelmektedir.

Peki, bilgi kaynağı direkt olarak Allah’a dayanan (tabi ki her konuda değil) Risalet asrı Müslümanların kıyametin hemen öncesi döneme dair algılarının içeriğinde neler vardı?

Kıyameti ufuk çizgisi olarak alırsak bu ufukta neler görüyorlardı ve bekliyorlardı?

Sahih ya da uydurma, olduğu gibi kabul edelim veya te’vil edelim deme ihtiyacı hissetmeden bu algıya fokuslanmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Bu Algıya Dair Örnekler:

Fitne zamanlarından bahseden ve Buhari’de geçen rivayetlerde

1) Resulullah (s.a.v.): “Müslüman bir kimsenin en hayırlı malı, neredeyse davar olacaktır. Dinini fitneden kurtarmak için, bunları dağ başları ve su birikintilerine sürüp götürür.” buyurdu.

Ufuk: Kırsal ve doğa şartlarına bağlı yaşam, çiftçiliğe ve hayvan bakımına dayalı hayat.

2) Kıyametin ne zaman kopacağının sorulduğu Cibril hadisinde alametlerle ilgili

“… Köle kadının efendisini doğurduğunda, ne idüğü belirsiz deve çobanlarının bina yapma konusunda yarıştıklarında …”

Ufuk: Kimse gelecekte de kölelik olacak mı/kalacak mı? demiyor. Kölelik ve deve çobanlığı var olmaya devam edecektir. Orada, Medinede yaşayan bir sahabinin ya da çöl bedevisinin algılamakta sorun yaşamayacağı bir sahne gelecekte aynı şekilde yaşanmaya devam edecektir.

3) Kıyametten önceki altı alametin sayıldığı rivayette

“… Kudüs’ün fethi, malın ve dinar altın paranın artması, Rumlarla yapılacak barış anlaşması …”

Ufuk: Miladi 637 tarihinde Kudüs’ün fethedilmesi kıyamete yakın bir zamandır. Kıyametin kopması anlarında veya o dönemlerde Rumlar vardır, muhaliftir, diğer olandır. Altın dinar para doğal olarak tedavüldedir.

4) Farklı yerlerde geçen ve aynı zamanda Kıyametten hemen önceki dönemleri anlatan rivayetlerde Hz. İsa’dan bahsedilmektedir. Buhari’deki ilgili rivayette

Resulullah (s.a.v.): “Canım elinde olana yemin ederim ki Meryem’in oğlunun adil bir hakem olarak size inmesi pek yakındır. O gelince haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, mal o derece çoğalacak ki kimse onu kabul etmeyecektir.” buyurdu.

Yine Ahmet bin Hanbel’de geçen rivayete göre “…Hz. İsa Deccali mızrağı ile öldürecektir….”

Müslim’de geçen rivayette: “Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudidir, hemen gel de öldür onu!’ diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”

Ufuk: Kıyamete yakın sahnelerde din savaşları devam etmektedir. Karşı taraf ise Yahudiler ve Hristiyanlardır. Düşmanın sembolleri ise Haç ve domuzdur. Gündemde Hinduistler, Budistler, Ateistler, Deistler, Agnostistler yoktur. Cizye hala yürürlüktedir.

Savaşlar hala atlı ve develi ordular ile yapılmaktadır. Savaş aletleri kılıç ve mızraktır. Savaş çeşidi göğüs göğse meydan savaşlarıdır.

 

Burada düşünülmesi ve tartışılması gereken asıl konu bunların uydurma, zayıf veya çarpıtılmış rivayetler olup olmaması değildir. Canlı vahyin ikliminde ve Peygamberin dizinin dibinde yetişmiş bir topluluğun algı çerçevesi ve bilgilerinin içeriğidir.

Vahyin gölgesinde değil tam aksine ışığı altında yetişen o nesiller için gelecek de yaşadıkları dönem gibidir. Sadece gelecek değil mahşer meydanı ve cennet de aynı şekilde olacaktır. Aracılık yani şefaat şekil değiştirerek yine var olacaktır. Cennet nimetleri onların hoşuna gidecek şeylerle dolu olacaktır. En bariz örnek olarak şartlar zorlamayacağı halde erkeğin çok eşliliği artarak devam edecektir. Bunların hepsi doğal ve normal olanın sınırları içine dâhildir onlar için.

Varmak istediğim yer, daha çok Mustafa ÖZTÜRK’ün dile getirdiği şey olan İslam Araplara uygun olarak indi veya Kur’an’daki Cennet Arabın cennetidir söylemi değildir.

Asıl ilgilendiğim konu, Cenabı Allah İnsan ile olan ilişkisinde çerçeveyi ve hatta içeriği neden “insanın” algısı ve sınırlılıkları üzerine inşa etmiştir?

Vahyin indiği havzada dine ait içerikler ve dini algının geleceğe dair ufku sorun oluşturmuyordu. Fakat indiği havzadan sonra varacağı havzalarda daha öze ait, daha derin itirazların yapılacağı; zamanın ilerlemesi ile birlikte “geçmiş tarih ile gelecekteki gerçeklik” arasındaki uyum sorununun daha bariz olacağı belli iken bunlar neden göze alındı?

 

Vahyin insana verdiği ile insanın dinden beklentilerinin uyuşmadığını ve bu uyuşmazlığın günümüzde daha bariz bir hal aldığını iyice görüyoruz artık.

Dine dair eleştiri yapanların ergence bir zafer havasına girdiklerini ve savunanların ise ferasetsiz bir şekilde çırpındıklarını başta sosyal medya olmak üzere her ortamda müşahede ediyoruz. O nedenledir ki eleştirilerin içeriği ve savunmaların yöntemi hiç değişmiyor.

Cenabı Allah’ın bu yaşananlara müsaade etmesinin hikmetleri hakkında bir şeyler söyleyebiliriz ve fakat gerçek nedenini asla bilemeyeceğiz diye düşünüyorum.

"Çay, dinlemek ve yazmak olmazsa kendimi kötü hissederim" diye düşünen biri...

Yorum yap