Uzun zaman oldu sana mektup yazmayalı kardeşim. Aslında yazmaya da nereden başlayacağımı bilemiyorum. Bazen gerçekle kurgu arasında gidip gelen aklımın ruhumu taciz ettiğini hissediyorum.
Ben kırk yaşında kocaman bir çocuğum. Büyümeyi istemeyen ama zamana da dur diyemeyen koca aciz bir ademim.
Sarı ve kırmızı rengi patlayan bombalardan öğrenmiştim. Doğduğum yer savaş alanıydı. Ve ben bir savaşın ortasında dünyaya gelmiştim.
Adım Mülteci…
Bu kelimeyi daha telaffuz edemeden sırtlandım hatta sahibi olmuştum. Uçmayı öğrenemeden göçmeye mecbur kalmış bir kuş gibiydi kalbim.
En büyük hayalim mahallemde sen ve arkadaşlarımla beraber maç yapabilmekti. Ne büyük bir hayalim vardı ki gerçekleşmiyordu. Avuç içlerimiz küçük derdimiz küçüktü. Zannımca doğduğumuz topraklar birilerinin oyun alanıydı ve biz de oyuncak seçilmiştik. Ben topuma çok önem verirdim yani oyuncağıma, belki birilerinin gözünde oyuncak kadar değerimiz yoktu.
Savaşlar, stratejiler, oyunlar… Mülteci olma kaderimiz doğduğumuzda alnımıza yazılmıştı.
Seninle şöyle sarıla sarıla, doya doya oynayamadan ayrıldık. Şimdi neredesin, nerelerdesin bilmiyorum ama yüreğimde hissediyorum yaşadığını. Ölmüş olsan çarpmazdı kalbim böyle bilirim.
Cümlelerimi ne kadar zenginleştirsem de seni sana, seni kalbime anlatamam. Biliyorum bu mektubumun sana ulaşma ihtimali yok. Mektupçu kuşlar da göç etti bu illerden. Acılarımı ve dertlerimi ancak kağıda dökersem teselli’yi buluyorum.
Yaz diyorum sana, yaz bana ulaşmadıkça ve yazmaya devam edeceğim sana ulaşmadıkça. Seni özledikçe kağıda kaleme sarılacağım. Seni aradıkça, seni andıkça, yokluğunu iliklerime kadar hissettikçe yazacağım.
Hasreti nakşeden bir nakkaştır kalemim, gün gelir kavuşmayı da nakşeder, kim bilir?
Abdulkadir KONYA