Hayatım boyunca hep ve hiç arasında savrulurken buldum kendimi. Hepin peşinde olmanın verdiği yorgunluk ve hiçin peşinde olmanın vermiş olduğu miskinlik hali hep kavga halindeydi. Bense bu kavganın arasında ana babasının kavgasına şahit olan bir çocuk kadar mahzun kaldım hep. Yetemedim hiçbir zaman kendime. Sadece dinledim. Onları dinledim. Hep’i dinlediğim zamanlarda ulaştığım haz ve mutluluk yaşam sevincimi artırdı. Ancak bu öyle sinsi bir hastalıktı ki nefes darlığına yol açıyordu. Bunun için henüz yolun başındayken pes etmiş buluyordum kendimi. Neye elimi attıysam geçici bir heves gibi kayıp gidiyordu avuçlarımın arasından. “Durun, gitmeyin” diyemiyordum onlara aksine bırakıyordum kendimi hiçin kollarına, belki de hiç olmak uğruna. “Mükemmel olmayacak zaten, bırak” diyordu mütemadiyen. Bırakıyordum ben de sözden çıkmayıp. Nasılsa sonuçtan memnun kalmayacaktım, neden yoracaktım kendimi. Günler hiçle geçerken aynada hiç olan kendimle yüzleşmek ağır geliyordu. Hesap veremiyordum içimdeki mükemmel şahsiyete. “Yazık sana, bugün de bir şey yapamadın” diyordu sanki her baktığımda.

Hiç ne zaman arkadaşım olsa aynalara küserdim bu yüzden. Hayat ise bu kadar karışık, karmaşık olmamalıydı. Bunları da düşünüyordum. Mutlaka gri bir alan olmalı, nefes alacağım bir alan diyordum.  Bir gün elma yerken aydınlandı dünyam sanki. Sonra engel olamadığım bir kuvvetle kendime döndüm: “Elmayı da sonuna kadar yemeyiver be kızım!” dedim. Buradan başladım kendime şefkatle yönelmeye. Hep ve hiçi çağırmadan istişareler yaptım beynimin en gizli odalarında. İnsanların en güzeli Allah’ın Resulü nasıl bir insandı mesela dedim? Ne tavsiye ediyordu huzurlu, başarılı ve hatta istikrarlı bir hayat için, neye davet ediyordu diye yokladım kendimi. Beynimin en silik kısmından çıka geldi o muhteşem bilgi. Hep, hiç ve bana eziyet veren daha ne varsa susturmaya and içmişçesine oturdu masanın başköşesine. Kalbim tüm dikkatini ona vermişti. Bedenim sanki bu bilgi ile özlemini taşıdığı o sükûnet haline kavuşacaktı. O güzel örnek insan (sas) şöyle buyuruyordu:

“Amellerin Allah Teâlâ’ya en sevimli olanı, az da olsa devamlı yapılanıdır.”[1] Evet anahtar kelime mükemmellik, kusursuzluk değildi. Açtı tüm kapalı ve yorgun kalmış kapıları bu anahtar kelime. Hep ve hiçi de açılmayacak bir yere kilitleyiverdi. Kalbim kuş kadar hafiflemeye başlamıştı. Evet dedim, evet işte bu! Zaten dosdoğru, şaşmaz ve mükemmel bir yola davet eden yüce kitabımız da devamlılığa davet ediyordu.  “Onlar, namazlarına devam eden kimselerdir.”[2] Durmadan, yılmadan, aynı iştiyakla olmasa bile devam edebilmenin anlamı ve adı kulluktu belki de. Beynim nasıl da çalışmaya başladı bir anda. Ötelerden bir misafir de geldi huzur sarmaya başlayan toplantıya.  Allah Rasûlü’nün anılarından bir anıydı gelen.

Vahiy kâtiplerinden Hanzala el-Üseyyidî bir gün Medine’de dolaşıyordu. Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk ile karşılaştı. Hâlini hatırını soran Hz. Ebû Bekir’e: “Hanzala münafık oldu!” karşılığını verdi. Hz. Ebû Bekir, “Fesübhânallâh! Ne diyorsun!” deyince Hanzala içini dökmeye başladı: “Allah Resulünün yanındayken, o bize cenneti, cehennemi o kadar canlı bir şekilde hatırlatıyor ki sanki gözlerimizle görmüş gibi oluyoruz. O’nun yanından ayrıldıktan sonra hanımlarla, çocuklarla, iş güçle uğraşmaktan (onun anlattıklarını) unutuveriyoruz.” Hz. Ebû Bekir: “Allah biliyor ya, biz de bu durumu yaşıyoruz.” dedi. Aynı dertten muzdarip bu iki sahâbî, hâllerini bildirmek üzere Allah Resulünün yanına gittiler. Hanzala, kendisinden duyduğu şüpheyi: “Münafık oldum.” diyerek bu kez Peygamberimizin huzurunda dile getirdi. Resulullah (sav): “Bu da ne demek oluyor?” diye sorunca Hanzala, Hz. Ebû Bekir’e söylediklerini tekrarladı: “Ey Allah”ın Resûlü! Senin yanındayken bize cennet ve cehennemi öyle anlatıyorsun ki sanki gözümüzle görüyoruz. Yanından ayrılınca hanımlarla, çocuklarla, iş güçle uğraşmaktan (anlattıklarını) unutuveriyoruz.” Bunun üzerine Resûl-i Zîşân: “Bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki, benim yanımdaki ve ibadet ederkenki hâliniz sürekli devam edecek olsaydı, melekler evlerinizde, yollarınızda karşınıza çıkıp sizinle selâmlaşır, elinizi sıkarlardı. Gel gör ki, yâ Hanzala! (İnsan bu!) Bazen öyle, bazen böyle!” Efendimiz (bu son sözünü) üç defa tekrarladı.[3]

Toplantı sona ermişti irademin kuvvetli müdahalesi ile. Zira onu ikna etmeye yetmişti bu anı. Münafık olduğunu düşünen Hanzala’ya nasıl iyi geldiyse bana da öyle iyi gelmişti. Ne hep ne hiç!  “İnsan bu bazen öyle, bazen böyle.”


[1] Müslim, Müsâfirîn, 218

[2] Mearic Sûresi, 23. Âyet

[3] Müslim, Tevbe, 12

Tefsir talebesi | Arada yazar, canı sıkılınca çay içer.

One thought on “Elmayı Sapına Kadar Yemem de Mükemmeliyetçi Olmama Dahil mi?

  • 31 Temmuz 2023 tarihinde, saat 20:48
    Permalink

    Faydalandım ,bir cok boyutta.

    Yanıtla

Yorum yap