Bu güzelliği görmeyeli nice yıllar olmuştu, belki de en az 25 yıl.
Güzellik diyorum zira geçmişe duyduğum özlemi çağrıştırmasıyla, burnuma çocukluğun kokusunu getirmesiyle, güzel hatıralarım canlandı. Öyle ya herkes kendi geçmişini özler. Herkesin eski Ramazanları vardır mesela, 70 yaşında bir amca da eski Ramazanlardan bahseder, 20 yaşında ki genç de. Oysa ki arada 50 sene var ama herkesin geçmişe özlemi vardır, kendi geçmişine. Hasılı bu görsel beni çocukluğuma götürdü.
Aşağı in(e)mediğim günlerde ya da sokaktan yeni gelsem de, camdan işte bu başlık fotoğrafında gördüğünüz çocuk gibi bağdaş kurar bakardım. Özgürlüğe açılan kapımdı cam. Hasretle yolu izler, hatta apartman kültürünün çok olmadığı, yani tepeleme yaşama belasına gark olmadığımız dönemlerde ufka bakardım. Saat 16.00’dan sonra geçen trenler babamı getirirdi, anneme babamın gelişini muştulardım. Tabi bu aynı zamanda yemek sofrasında bir olmak da oluyordu. Yoldan geçenlere bakar, kaç araba geçer acaba sorusu ile zihnimi yorar, 10. geçen araba babamın olsun der hayal dünyasında bir kulaç daha, bir kulaç daha atar, “Oğlum baban geldi yemek hazır.” sözü ile Dünya’ya dönerdim.
Orası sokakta olmadığım zamanlarda benim özgürlüğe açılan penceremdi. Hele bir de balkona çıkarken yarım taze ekmeği tuzla beraber kaçırabilirsem, balkondaki yeşil soğanları içine koyar yerdim. İşte kendi çabalarıyla beslenen, yiyeceğini kendi bulan birisi olarak penceremdeydim.
Pencere diyorum zira benim içinde bulunduğum jenerasyondan sonra pencereden bakan çocuk kalmadı. Yeni nesil çocuklarının dünyayı izlediği küçük ama bir o kadar da büyük dev ekranları var artık ellerinde. Aşağı çağıran yok onları, evdeyken hayale dalabilecek bir pencereleri de. Küçük dev ekranları onlara her imkanı sunuyor(mu)!?
Sana teşekkür ediyorum çocuk. Beni geçmişe, geçmişin güzelliğine götürdüğün için…