Geçtiğimiz günlerde Zülfi Livaneli’nin bir kitabını okurken bir ifade dikkatimi çok çekti. Genç bir kadının katledilmesi üzerine: “İnsan, evladı doğduğunda dünyanın en mutlu insanıdır. Oysa evladının gelecekte bir katil olabileceği ya da cinayete kurban gidebileceği hiç aklına gelmez” diyordu özetle. Bu düşünce beni anlamlar dünyasında kısa bir gezintiye çıkardı.
Tarihin en büyük katilleri zamanının en masum çocukları değil miydi? Tarihte masum canlara gözünü kırpmadan kıyabilenler, zamanının ağzı süt kokan bebekleri değil mi? Aynı şekilde tarihin kahramanları, büyük bilim adamları da… Peki insan böyle bir gelecek bilinci ile yeni doğan çocuğuna hangi gözle daha doğru bakabilir? Hangi annenin aklına çocuğunun ileride bir katil olabileceği ya da bir cinayete kurban edilebileceği gelir. Bunları düşününce insanoğlu her ne kadar zayıf olsa da bir o kadar da cesur. Yolun sonunun böyle ihtimallerle bitebileceği bir dünyaya bir insan bırakma… İlginç tarafı, yaşamı ve çeşitliliği sağlayan da bu cesurluk. Çocuğum ileride katil olur ya da benzeri senaryolara maruz kalır diye düşünerek üreme gibi bir gereklilikten vazgeçseydi muhtemelen bugün içinde sonsuz sayıda ihtimallerin yaşandığı senaryoların ve canlılığın da devamı mümkün olmazdı. Birbirini tamamlayan ve bir aşamanın diğer aşamayı harekete geçirdiği müthiş ve insanı aciz hissettiren bir yaşam düzeni bu.
İnsan geleceği hep bilmek istedi ve gelecek ile ilgili her zaman kaygı duydu. Kaygı duyabileceği ve belki de acı çekeceği bir geleceği neden merak ederek bilmek ister insanoğlu? Bilmiyorum. Dediğim gibi bunu düşününce kendimi bir o kadar aciz ve bir o kadar da müthiş bir sisteme ait hissediyorum.
İnsanı bütün canlı ve cansız varlıklardan ayıran da onun bütün korkusuna rağmen istekleri ve beklentilerinin üzerine gitmesidir. Bu bazen onu daha aşkın bir insan yaparken bazen de onun sonunu getirir. Ama ısrarlıdır. Bu onun sonu da olsa onu görmek için mücadele eder. Doğadaki bir sincabın böyle bir derdi yoktur. Tehlike hissettiğinde ya kaçar ya saldırır. Kaygı duyduğu bir durumun üzerine gitme gibi bir eğilimi yoktur. Bu yüzden dünyanın sonunu sincaplar getirmez. Bu yüzden sincaplar kardeşlerini öldürmez. Yine bu yüzden sincaplar toprakları işgal etmekle ilgilenmez. Onun için tahsis edilmiş görevini yerine getirir sadece. Yine aynı coğrafyadaki sincaplarda bir kesim bolluk ve israf içinde yaşarken diğer taraftan açlıktan ölen sincapları görmezsiniz. Ya sincaplar doğadan ihtiyacını karşılar ya da elverişsiz hale getirilmiş ortamlarından kaçar, kaçamazlarsa ölürler. Sincaplarda tutkulu aşklar ve aşk cinayetleri de göremezsiniz. Aşkı uğruna ailesini karşısına almış sincap duydunuz mu hiç? Sincaplarda adam kayırma da yoktur. Bu bizim yan ağaçtan tanıdık diyerek daha fazla yiyecek elde edemez. Sincapların bir ağaç almak, ağacına ağaç katmak için ömrünü harcadığı bir yaşam da duyamazsınız. Moda ve güncele uyum sağlamak için borç bataklığına girdiğini de…
Hangisi gerçek bir yaşam kestiremiyorum. Geleceğini merak etmeden, onun kaygısını duymadan doğada verilen görevini gerçekleştiren sincap mı yoksa dünyayı bir cennete de cehenneme de çevirme şansını elinde barındıran kaygılı, geleceğini merak eden, merakının üzerine giden bir insanoğlu mu ?