Adalet kelimesi Arapça “adl” kökünden türeyen, “doğruluk, hakkaniyet ve hak gözetme” anlamlarında kullanılan bir kelime. Uzun zamanlardır ülkemizde de kullanıldığı, tarihi kaynaklardan anlaşılıyor. Türkçe karşılığı ise “Tüze” olarak bulunmuş ve “düzen” kelimesinin de oradan geldiği düşünülmektedir.
Ülkemizde sık sık adeta yürek kanatan ögelerle gündeme gelen adalet olgusu, sürekli tartışma, hizipleşme, adaletsizliğe isyan gibi canlı dramalara sahne olup tartışma alanından “uzlaşmazlık” alanına tekrar dönüyor. Adalet konusunda anlaşamadığımız kesin. Aynı şeylerden şikayet ettiğimiz ve aynı çözümleri ileri sürdüğümüz de… Sözler dönüp dolaşıp “evrensel hukuk normları”na atıflar yaparak sona eriyor. Peki nedir bizim bu adaletle alıp veremediğimiz?
En büyük handikapımız kendini “yargısal hizipleşme”de gösteriyor. Bunun altyapısını hangi duygu ve düşüncelerle meydana getirdiğimize gelince;
- Adaleti kendimiz ihtiyaç duyduğumuzda hatırlıyoruz.
- Hizipçi anlayışımız adalet işleyişinde de süreci iğfal ediyor. Suçlu karşı taraftan olduğunda alabildiğine ayıplıyor, kendi tarafımızdan olunca mutlaka pireleniyoruz.
- Suçun bireysel olduğunu söyleyen uluslararası evrensel hukuk normunu “suçlu” bizdense dillendiriyoruz.
- Her iki taraf da işlenen suç neyse karşı tarafı farklı saiklerle“ suçu işlemeye zaten meyilli” gibi kaşeliyor.
- Yargıya tam manasıyla güven her iki tarafta da yok.
- Aleyhte karar çıkınca haksızlık ve kovuşturmada yanlılık, lehte karar çıkınca “zaten böyle olacağı belliydi” anlayışıyla yaklaşıyoruz.
- Seküler kesime göre “bütün kötülüklerin anası” “bağnazlık ve kapalı toplum” iken dindar kesim “alkol ve dini değerlerden yozlaşmayı” gerekçe olarak sunuyor. Böylece her iki taraf da karşı kesim tarafından “potansiyel suçlu” konumunda oluyor.
- Hakim ve savcı “bizden veya ötekilerden” damgasını yemekten bir türlü kurtulamıyor.
- İktidarda olanın yargıyı ele geçirdiğine olan inanç, bazı haklı nedenlerle her iki tarafta da mevcut. Dolayısıyla iktidarda olmayan taraf yargı karşısında kendini “tartışmasız mağdur” olarak görüyor.
- Suçlunun ve mağdurun yaptığı ve yaşattığı yerine suçlunun ve mağdurun kimlik aidiyetleriyle ilgilenmeyi adalet arayışı gibi görüyoruz.
- Yargılanma konusundaki “şeffaflık ve adalet” duygusu yerini “gözden kaçırma ve mağdur edilme” korkusuna bırakıyor.
Tüm bunlar bilinç dünyamızı işgal ederken suç ve suçlular, kurban ve mağdurlar her gün kendine yeni mecralar ve alanlar buluyor. Bir kadının canına, bir çocuğun ruh dünyasına, bir memurun hakkına, bir iş adamının zararına mal oluyor da oluyor.
Adaletin tanımı tek olduğuna, tesis edilmesi ihtiyacının herkes için eşit derecede önemli olduğuna, gecikmesinin yahut gelmemesinin zararının herkesi mağdur ettiğine göre neden aynı “hak yerini bulsun” anlayışında birleşemiyoruz.
Oysa evrensel hukuk normları;
-Suçun bireyselliğini,
-Suçlunun veya mağdurun kimliğinin yargılamayı etkilemeyeceğini,
-Kararların ve uygulamaların toplum yararına ve gecikmeksizin hayata geçirilmesinin gerekliliğini,
-Yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını,
baş koşul olarak öne sürmüyor mu?
Suçlular sizce de bu durumdan biraz nemalanıyor olamazlar mı? Sağcısı solcusu her suç karşısında tek yürek olsa, hakimi savcısı daha yürekli karar veremezler mi? Suçlular daha korkak davranmaz mı?
Mağduru korumak istiyorsak tüm mağdurlar için tümümüz birden ayaklanmalı değil miyiz? Mağdurun kimliğine göre tavır almak iki yüzlülük değil midir?
Hatta hangi taraftan işlenmişse önce o taraf ayağa kalkmalı değil mi? Bugün bir cemaatle ilgili bir durumun önce o cemaat yanlılarını harekete geçirmesi gerekmez mi? Bu bir kurumu, kuruluşu, cemaati korumak için daha doğru bir yol değil midir? Böyle yapılması aynı kuruluş içerisindeki çürük elmaların ortaya çıkmasını sağlamaz mı? Ya da başka olası mağdurları korumaya dönük güçlü bir adım olmaz mı?
Bugün cidden başka mağdurluklar yaşanmasın, suçlular hak ettiği cezayı bulsun istiyorsak bu netameli ve iki yüzlü duruşumuzdan çabucak vazgeçmeliyiz. Seküleri, dindarı hangi mağdur olursa olsun sadece mağduru korumak, sadece suçluyu cezalandırmak için seferber olmalı. Kimse kendi suçlusunu aklamaya daha da kötüsü korumaya çalışmamalı. Kimse “bizden çıkmaz” gibi beylik laflar etmemeli.
Bu son yürek yaralayıcı olay da umarım sonuna kadar araştırılıp suçlu ya da suçluların en ağır şekilde cezalandırıldığı bir karara bağlanır da ülkemizi hep karalara bağlayan “adalet” sancımız birazcık olsun diner.