Küçükken mahallede kalenin üst direğini vurma yarışı oynardık. Bunun için iddiaya girerdik. Kaybeden kazanana kola alırdı. Üç kere üst üste vurmuştum. Kolamı almamışlardı. Kumarın kötü bir şey olduğunu ilk orada anlamıştım. Şimdi sen kendini kaybetme, doğanın neler armağan edeceğini bilemezsin diyorsun ya… Yağmurlu havada yürürken tam bir insan boyu uzaklığıma yıldırım düşmüştü. Yer delinmişti yolumuz düşerse gösteririm belediye çalışmıyor, delik hala duruyor olabilir. Anlıyor musun beni? Doğanın neler armağan edeceğini tahmin edebiliyorum.
Bir melodi var “tın tın tırırınn” hatırladın mı? Tın tın… Şarkı sözlerini hatırlamıyorum, sadece piyano olarak dinlemiştim. Adı Meryem Ana gibi bir şeydi. Hani bu başka bir şarkının piyanosunu çalarken sigara içip küllerini üstüne düşüren adam… İşte bunu da o çalıyor. Bizimkiler gibi değil. Piyano çalıyor. Haram değil. İşte o şarkının aslını bulup sözlerine bakmıştım. Şarkının sözlerini, ertesi sabah idam edileceğini bilen bir subayın, uyuyan kızına yazdığına inanılıyormuş. Şarkıyı kapattım. Ölümü düşündüm.
Geceleri herhangi bir ışık olmadan uyuyamadığım anlaşılırsa güçsüzlüklerim ortaya çıkabilir. Onlara bahsetme bu durumdan. Korkak biri olduğumu düşünmesinler. İnsan bazen yara alır. İçten. Bu da geceleri acıtır. Sadece geceleri. İçten içe acıtır. İşte bu yüzden geceleri gözlerimi kapatmadan uyumayı bekliyorum. Konuşmadan anlaşılmayı beklemek gibi. Senin hiç çiçeğe su vermeden yeşermesini beklediğin oldu mu? Benim odam saksı dolu. İçinde geçen seneden ekilmiş tohumlar hariç bir şey yok. Toprak bile yok. Onlarla bazen konuşuyorum. Diyorum ki; toprak olmadan da gelişiminizi tamamlamanız mümkün. Bunu saygıyla karşılıyorlar. Büyüyünce yeşerirlerse elimle başlarını okşayacağımı söylüyorum. Bunu kaktüs çiçeğine söylemiyorum. Belki de başının okşanmasına en çok ihtiyacı olan kaktüs çiçeği.
Bir battaniye insanı nasıl sarıyor ve sıcaklık veriyorsa, aynı durumu insan sevgi için de bekliyor. Bu sıcaklığı verebilecek ve seni dokunmadan sımsıkı sarabilecek tek bir kişi vardır. Arkadaşım annesini çocuk yaşlarında kaybetmişti. Geç saatlere kadar onunla kalmak istiyordum. Evime gitmek onun yarasına tuz basmak gibi geliyordu. O da bu duruma çok üzülüyordu. Ama dışarıya belli etmiyordu. Güçlü insanlar sıkıntılarını içlerinden yaşarlar. O da çok güçlüydü. Ama bir keresinde “Denizin bile anası var ulan!” diye bağırışına şahitlik etmiştim. Üzüntü vericiydi.
Sonbaharda hava çok sisli olur ve ben o sisleri yara yara içinden geçmeyi severim. Sonra döner arkama bakarım ve derim ki: “Küçükken çok çizgi film izledim, en sevdiğim karakter Casper, içinden geçerim.” Doğanın bana kızdığını düşünmüyorum. Beni yok etmek istemesi saniyelerini almazken bana çok nazik davrandığını bilirim. Arada bir şakalaşırız birbirimizle ama onunki daha ciddi olur. Çok kızmadığı sürece yanıma yıldırımını düşürmez. Böyle zamanlarda göz ucumla ne yapacağını gözlemleyerek hafif alınmış gibi yaparım o ise umursamaz. Ama bir sonbahar akşamı gönlümü almasını çok iyi bilir. Hafif estirir havasını ve ağaçların kurumuş yapraklarını ayaklarımın altına serer. Bende her yaprakları ezdiğimde çıkan çıtırt seslerinden “sinirlenince çok ürkütücü olurum” pozunu vermeye çalışırım. Korkmuş gibi yapar. Sahici olsun diye içinde çatışmalar çıkar, şimşekler çakar. Yağmurlar bu yüzden yağar.