İslam tarihinde yaşanan sorunların ve bu sorunların bir kısmının günümüzde hala devam etmesinin ana nedenini, “Gerçek İslam” ile olan irtibatımızın kopması olarak gören anlayış hala karşılık bulmaktadır. Bu anlayışın dayandığı mantık teori ile pratik, olan ile olması gereken, görünen ile hakikat arasında var olduğu düşünülen farkın izahı ile ilgilidir.
Dinsel anlamda dünyada var olmamızın bir amacının olduğuna, bizi var eden bir yaratıcıya inanıyoruz. Bu amaca ve bu amacın gerçekleşme şekline dair hakikatin bilgisine O yaratıcı güç sahiptir. İnsanlık tarihi, O güç ile bağlantı kurmanın farklı yollarına şahit olmuştur. Bu yol bazen bir kâhin, bazen bir Şaman, bazen bir cin, bazen rüya ve bazen de Peygamber (Elçi) olmuştur.
Biz Müslümanlar Allah’ın nasıl ve niçin yaşamamız gerektiğine dair bilgiyi melek Cebrail aracılığı ile Hz. Muhammed’e (s.a.v) bildirdiğine, Hz. Muhammed’in örnekliği ile bunun ilk nesilde yaşandığına iman ettik. Vahyin somut halini Mushaf’ta (Kur’an), Peygamberin yaşantısını da Sünnette görmekteyiz.
Hakikatin Allah’tan olduğuna ve bu hakikati de Peygamberine bildirmiş olduğuna dair bu inanış ve algı bizi her defasında Risalet’in ilk dönemine (Peygamberimizin yaşadığı döneme ve Onun yaşantısına şahitlikte bulunan ilk neslin dönemine) atıfta bulunmaya itmiştir. Tarihsel ve sosyal yapımız gereği bizler, bir hakikatin var olduğuna ve bu hakikate ulaşmanın ana yönteminin ise ana kaynağa ulaşma olduğuna inanıyoruz. Fıkhımızı bu temel üzerine inşa ettik.
Günümüzde bunun iki tane yansıması görülmektedir:
Bir uygulamanın “Din”den olduğunu ispatlamak için Ayet, Hadis, Sünnet, Peygamber ve Sahabe uygulamasına atıfta bulunmak.
Ya da bir uygulamanın “Din”den olmadığını ve dolayısı ile uygulanamaz olduğunu ispatlamak için de bu uygulamanın Peygamber zamanında olmadığını ve ayetlerde bulunmadığını anlatmaya çalışmak.
Her iki durumda da bir hakikat/olması gereken/sahih olan var ve onun da kaynağı Peygamber zamanıdır. Dolayısı ile kabul ve ret bunun üzerine bina edilir.
Konumuz ile ilgili olarak burada bir parantez açmak doğru olacaktır: Dinde bir şeyin var olması ile o şeyin günümüzde uygulanması farklı iki konudur diye düşünüyorum.
• İslam erkek için çok eşliliğe izin vermiştir. Fakat günümüzde bir erkeğin birden fazla kadın ile evlenmeye kalkması farklıdır.
• Hırsızın eli dine göre kesilir; fakat şimdi bunu uygulamaya kalkmak farklı bir durumdur.
• Evlilik olmadan bir Müslümanın cinsel ilişki kurması durumunda celde cezası uygulanır. Fakat bunu günümüz toplumunda uygulamaya kalkmak farklıdır.
• Hz. Ebubekir’in Peygamberimizden sonra halife olarak seçilmesi ile İslami yönetimin halifelik olması farklıdır.
Dolayısı ile günümüzdeki asıl sorun bir konunun dinden sayılıp sayılmaması değildir. Din namına bir şeyler yapmak veya din namına bir şeye engel olmaktır. Tartışma da burada çıkmaktadır. Birileri bir şeyler yapmak istediğinde buna dayanak olarak Peygamber Efendimizin uygulamalarını referans gösterirken başka birileri de buna karşı çıkmak için bu uygulamanın Peygamber Efendimize veya Kur’an’a ait olmadığını ispatlamaya çalışmaktadırlar.
Bu yazıda şu soruya cevap bulmaya çalışacağız: İslam tarihinde yaşanan sorunların ve bu sorunların bir kısmının günümüzde hala devam etmesinin ana nedeni “Gerçek İslam” ile olan irtibatımızın kopması mıdır?
Öldürmeler, şiddet olayları, sosyal baskılar, “farklı/öteki” ile olan sorunlar ve bu kişilere dair uygulamalar konusunda kendisini haklı göstermek isteyenlerin yaptıkları ilk şey İslam Tarihinde kendilerine referans/fetva aramaktır. Yaptıkları şeyleri din adına yaptıklarını söyleyenlere karşı yapılan savunma ise şu olmuştur: “Dinin aslında bunlar yoktur. Bunlar sonradan ortaya çıkmış ve aslında dinin de istemediği şeylerdir.”
Selman RÜŞDİ’ye yapılan öldürme girişiminden sonra mürtedin öldürülmesi, suikastlar, kutsal olana hakaret eden birisi hakkında verilebilecek öldürme kararı ile ilgili konular sanırım yeniden gündeme geldi, gelecektir.
Bu konular ile ilgili ortaya çıkan sorunları ve meydana gelen olayları analiz ederken, uygulamaların dine uygunluğunu ve dinin aslının ne olduğunu ortaya koymak yetecek midir? Ve aslında insan, dinin aslını bilir ve asıl uygulamalar ile temas ederse davranışları değişir mi?
Bu yazımızda bu konular hakkındaki düşüncelerimizi de paylaşmaya çalışacağız.
Allah adaleti emreder… Nahl:90
Allah’ın adaleti emrettiğini, adil olduğunu ve adil olmamızı istediğini biliyoruz. Yeryüzünde adaletin ihdas edilmesinin iki yolu vardır:
• Ya Allah bizatihi kendisi müdahale edecek ve bu adaleti sağlayacaktır
• Ya da bu adaleti kullarının eliyle ve dolayısıyla kendisine inananlar vasıtasıyla sağlayacaktır. Bir anlamda Allah’ın kulları, adaleti tesis etmenin yolunu bulacaklardır.
Adalet dendiğinde ilk akla gelen şey mahkeme ve orada verilen hüküm olsa da adalet, daha geniş kapsamlı bir kavramdır. Bu kavramın içine denge, uyum ve imkânlara ulaşmayı da dâhil edebiliriz. Binlerce yıldır milyarlarca insan sonu cennet ve cehennem olan bir imtihanın, sınanmanın içindedirler.
İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Ankebut:2
Rızkın paylaşılması, insanca yaşam, Allah’ı tanıma-bilme-sevme ve O’na itaat etmenin uygun koşullarına sahip olmaları açısından yeryüzünde insanlar arasında bir dengenin, adil bir yapının olduğunu düşünmüyorum. En azından dışarıdan öyle görünüyor.
Bildiğimiz anlamda Allah’a kul olabilmenin imkânları açısından yeryüzündeki farklılıkların ve dezavantajların giderilmesi noktasında ya Allah açıktan açığa müdahale edecek ve Allah’a ulaşmanın imkânları noktasında insanlar arasında adaleti sağlayacak ya da bunu Allah’a inanan Müslümanlar yapacaklardır.
Yeryüzünde imtihan olmanın mantığı ve şartları açısından Allah’ın açıktan açığa müdahale etmesi söz konusu değildir.
Müslümanların da yeryüzünde adaleti ve Allah’a ulaşmanın imkânları arasındaki dengesizliği ve dezavantajlı durumları giderme imkânına ve çabasına sahip olduklarını da düşünmüyorum. Bu düşüncemin aksini ispatlayacak bir ortam da görmüyorum.
Bu açıdan Allah, kendi dininde adaleti emretmektedir. Bu açık ve seçiktir. Dinde var olan bu emir ile bu emrin gerçekleşmesi arasındaki farkı, bu makası ne ile açıklayacağız?
İnsanlar, “İslam’da Adalet” dendiğinde neye dikkat edecekler?
Tarihte ve yazılı kaynaklarda olan dine mi, Müslümanların uygulamalarına mı?
Ve dolayısı ile adil olmayan uygulamalarımıza dair Müslümanlar olarak hep şu açıklamayı mı yapacağız: “Dinin aslında adalet var ve fakat Müslümanlar dine uygun yaşamadıkları için, dinin aslından saptıkları için adil bir düzen kuramıyorlar.” Teori ile teorinin pratiği arasındaki görünen farkı teorinin anlaşılamaması ile açıklamak, teorinin ve pratiğin tabiatını kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır.
Bireysel anlamda davranışların ortaya çıkmasını ve sosyal anlamda düzenin oluşmasını düşündüğümüzde ele aldığımız tek konu bilgi ve hakikat ile temas/tanışıklık değildir. Çünkü bireysel anlamda davranışın ve sosyal anlamda düzenin daha karmaşık, girift ve çok yönlü olduğunu biliyoruz artık.
10-15 yaşlarında bir çocuğun doğru/beklenen davranışlar sergileyememesinin tek sebebi bilgi eksikliği olmasa gerek. Dürtü ve duygularını kontrol edebilme becerisi, akli anlamda olgunlaşma, yaşamındaki rol modeller ve çevresi, aklını kullanarak kendisini kontrol edebilmesi, arzularını ertelemeyi öğrenmesi, deneyim sahibi olması, kendisi ve toplum arasında denge kurmayı öğrenmesi gibi pek çok faktör devreye girmektedir.
Eğitim işi ile ilgilenenler, öğrenci davranışlarına odaklanırken sadece öğrencinin doğruyu bilip bilmemesine dikkat etmezler. Aslında bunu hemen hemen hiç dikkate almazlar. Bundan daha önce öğrencinin yaşam şartlarına, ailesine, sosyal çevresine, geçmiş yaşantılarına, hedeflerine, yaşamsal önceliklerine yönelirler ve bu alanlar hakkında veri toplarlar. Bundan sonra bu veriler ile öğrencinin davranışları arasında bir bağlantı, ilişki bulmaya çalışırlar. Bunlardan bir anlam çıkarmaya çalışırlar. Ancak bundan sonra çocuğun/gencin bilgi düzeyine bakarlar ve davranış değişikliği için bir planlama yaparlar.
Günümüzde artık, Müslüman coğrafyada devam eden sorunların kaynağı olarak dini uygulamaları/dinin kendisini görmek, Müslümanlar arasında var olan sorunlardan ve kusurlardan dini temizlemeye çalışmak psikolojik bir hastalık halini almıştır.
Köleliği İslam üretmemiştir ve Din hoşlanmadığı halde kölelik devam etmiştir. Ben eminim ki, Kur’an kölelik haramdır deseydi de yine Müslümanlar buna devam edecekti. Zina yasaklandığı halde sona erdi mi ki? Ya da şarap haram olduğu halde İslam beldelerinde tamamen ortadan kalktı mı? Hâkeza hırsızlık, rüşvet, adam kayırma, insan öldürme… Adam öldürmenin cezası tartışmasız ölümdür. Müslümanlar dün de adam öldürmüştür bugün de.
Müslümanların dini yaşama şekilleri ile “gerçek dini” ayırmaya çalışmak ve bunun üzerinden de “şayet gerçek İslam bilinirse Müslümanların davranışlarının, yaşantılarının değişeceğine inanmak” en hafif ifade ile düşünce basitliğidir. Bu psikotik; gerçeklik ile bağlantısı olmayan düşünce tarzı asla çözüm üretemez. Çünkü problemi yanlış değerlendirmektedir ve çözümü de işe yaramayacaktır.
İslam’ın, dinin ne olduğu, tarihsel hakikati, Dine ve Peygambere ait uygulamaların neler olduğu gibi dine ait konuların araştırılması, tespiti önemlidir ve gereklidir. Tarih boyunca da bu yapılmıştır; fakat bu konuların tespitinin yapılması ve “gerçek İslam’ın” ortaya konulması ile Müslümanlara ait sorunların çözümlerinin tespiti; İslam’ın “Gerçek İslam” söylemi ile temize çıkarılmaya çalışılması farklı konulardır.
Sevgi ve aşkı tatmak/bilmek ile evlilik, aile, eş olmak, anne-baba olmak farklı şeylerdir. Nice âşık vardır ki, mutsuz bir eş ve kötü birer ebeveyn olmuşlardır.
Müslümanlar arasında devam eden sorunların sürmesine dair düşüncelerimizi ikinci yazımızda paylaşacağız.