Soğuk savaş ve çift kutuplu yıllar meselesine hiç girmeyeceğim. Aydınlanmacı pozitivist anlayışla yönetilen dünyanın iki yüz yıldır acılar oratoryosunu seslendirdiğine de değinmeyeceğim. Bu ikiyüz yılda toplamda 70 milyondan fazla insanın öldüğü iki dünya savaşı, binlerce katliam, hiç bir kaynakta tam ve doğru sayıya ulaşılamayacak kadar terörizm faaliyeti, onlarca göç, sürgün ve darbe hikayesinin olduğu gerçeğini de es geçeceğim.
Bizi kardeşliğe, özgürlüğe ve eşitliğe (fraternite, liberte, egalite) götürecek olan salt bilimsellik, yaklaşık iki yüzyıldır kelimenin tam manasıyla dünyanın canına okuyor. Vadettiği hiç bir şeyi gerçekleştiremediği gibi korkuttuğu her şey fazlasıyla oldu.
Gene yetmiş milyondan fazla yerli Amerikalı’yı (Kızılderililer) vahşice – ki bu kelime çok yetersiz kalıyor – katlettikten sonra oraya fırsatlar, rüyalar ülkesini kuran hayli “medeni” üstün insanlardan nasıl bir adalet bekliyorduk ki zaten.
Bütün insanlığı aslında olmayan bir şeye inandırmak da ayrıca bir suç olsa gerek. Olanın tersine inandırmak başka bir suç. Müslüman âlemin Mehdi illüzyonuna kapılması gibi bütün insanlığı “Amerika Rüyası” na inandırmak da başka bir sihirbazlık gösterisiydi. Bunun için bütün kaynakları kullandılar. Seyirci kaldıkları – belki de önayak oldukları – bütün katliamları filme çektiler ve aslında barış için kardeşlik için uğraştıkları yalanını işlediler. Biz de anlattıklarına inandık.
Hani yerel hükumet için sıklıkla dillendirilen bir şikayet vardır ya : “Aslında şunu yapmak için gündem değiştiriyorlar.” İşte bunun aynısının bütün dünya halklarına, yönetimlerine, kurumlarına yapıldığını düşünün. Bu uluslar arası organizasyonda oyun dışında kalan herkes kandırıldı aslında. Fakat herkes başka bir roldeyken oldu bu. Kimi komprador oldu, kimi hain, kimi aptal, kimi üç paraya satılmış, kimi ciğeri beş para etmez.
Beyaz Adam’ın Amerika’da, Afrika’da, Orta Asya’da, uzak ve yakın Doğu’ da hasılı tüm dünyada yaptığını söylediği ya da gösterdiği ‘sinema propagandası’ birbirinden çok farklıydı. Kendisinin yaptıklarını hiç utanmadan başkaları yapmış gibi göstermek, yaptığı insanlık dışı şeyleri, insanlık için yapmış gibi göstermek.
Bugün geldiğimiz noktada bir rüyanın bitişine belki de bir uyanışa tanıklık ediyoruz. Zira Amerika, tarihinde ilk defa insanları kendisinin aslında “iyiyi, adaleti” temsil ettiğine inandırma zahmetinde bulunmuyor. Aşırı gücün şımarıklığı içinde tüm dünyada her şeye hükmediyor olmanın sarhoşluğunu yaşıyor.
Amerika artık rüyayı değil kabusu, fırsatları değil tehditleri, özgürlüğü değil işgali ve sömürüyü, eşitliği değil üstünlüğü, kardeşliği değil düşmanlığı temsil ediyor. Amerika artık ahlaksızlığın, değersizleşmenin, makyavelist yaklaşımın, kibirin, vahşetin kaynağı olarak görülüyor.
Bindokuzyüzaltmışlarda Jim Crow yasalarının ortadan kalkmasıyla insanlığın ve eşitliğin ne olduğunu anlamaya ve yaşamaya başlayan beyaz adam bu farkındalığı en fazla altmış yıl daha sürdürebildi. Onu da yukarıda minik bir kısmını aktarabildiğim şekilde yaptı. Ya da sadece kendine ve vatandaşlarına özel bir şekilde gerçekleştirdi. Ki bugün bile siyahi vatandaşların yaşadığı polis mağduriyetlerini görebiliyoruz.
Belki Kolonyalizm sürecini anlatmalı Amerika’yı iyi resmetmek için, atom bombası sonrasını anlatmalı, İsrail’in kurulma ve bugüne kadar ayakta kalma sürecini anlatmalı, dünyanın dört bir yanındaki ayaklanmalar, darbeler, yaptırımlar, birbirine kırdırılan kardeş halklar anlatılmalı.
Amerika; anlatmakla bitirilemeyecek bir vahşet ve insanlık dışılığın hikayesidir. Amerika, yozlaşmanın, insanlık içeriğinin tüketilmesinin, para karşısında tüm değerlerin anlamsızlaşmasının hikayesidir. Amerika yıllardır kontrol ettiği Afganistan’da üretilen beş yüz milyar dolarlık eroinin dünyanın her tarafına serbestçe dolaşabilmesinin hikayesidir. Amerika Tanrı’nın ölmesinin, paranın Tanrı’laşmasının, insanın, insanlığın beş para edilmesinin hikayesidir. Amerika sadece bir hikayedir. Ve her hikayenin mutlaka bir sonu vardır.