“Hangi Peygamber kendi zamanının adamı olmamakla suçlanmıştı?” diye sormuştuk. Lokman’a(a.s) kelimeler yakıştı da Zulkarneyn’e sefer yakışmadı mı sanki. Hatip ve muhatap arasında olmayan sorun İlahi Hitapta mı (vahiy) çıktı sanki! Siz hiç, küfrün önderlerinden şöyle bir şey duydunuz mu: “Bu ne demek istiyor şimdi?”, “Böyle saçma şey mi olur?”, “Ne demek istediğini anlayamıyoruz, biraz daha açıkla!” Hepsi neye davet edildiklerini ve neyden mahrum kalacaklarını, neyi kaybedeceklerini biliyorlardı. Hem de iliklerine kadar biliyor ve ölümüne reddediyorlardı. Hitap ile muhatap arasında kalbi ve akli frekans sorunu olmadı hiç.
Cevabını aradığım bir soru var hep: “Vahiy gökten mi gelir; yoksa yere mi iner?” Vahyin o eşsiz kokusunun formülü nerede gizli acaba. Rabb’in zatında mı arayalım cevabı, insanlık tarihinde mi? Sorular uzayıp gidiyor böyle.
“Var” olan Allah, binlerce yıllık insanlık tarihinde kendi varlığını hep aynı şekilde anlatmadı ve hissettirmedi diye düşünüyorum. Zannedilmesin ki, Peygamberlerin kavimlerinin dili ile yollanması sadece konuşarak anlaşmaları içindi.
Salih’in (a.s.) kavmi deve ile ve Lut’un (a.s.) kavmi erkek suretinde meleklerle tesadüfen sınanmadı. Tıpkı cumartesi ashabının balıklarla tesadüfen sınanmamış olması gibi. Sâmirî, İsrailoğullarının kalbinde kök salmış putçuluk/kölelik fotoğrafını aşikar eden son dokunuştu. Hak Teala, seni gizlediğin zayıf yerin ile imtihan eder: Savaştan kaçanı kılıçla, cimriyi sadaka ile, kibirli orduyu küçük görülen komutan ile ve atalarının dininin (İbrahim’in) arkasına gizlenen yalancı kavmi İbrahim’in (a.s) soyundan bir peygamber ile imtihan eder. Her kes yarası ile…
Tarih boyunca bu şekilde “din”, hep zamanına ve zeminine uyumlu olmuştur. Zannımca İslam, savaşı çok sevdiği ve kan dökmeyi ideal gördüğü için cihadı (kıtal anlamında) farz kılmamıştır. Siz kılıcın ve savaşın olmadığı zaman ve zemin gösterin, sonra vahyin sesini ona uygun şekilde duyarsınız.
Tıpkı savaş gibi kölelik, cariyelik, kadınlık-erkeklik, evlilik-boşanma, mal kazanma şekli ve miras hukuku gökten inmedi diye düşünüyorum. Din, gözün görmediği şeyi kalbe ısındırma çabasını ilke edinmez. Allah’ı sevmek için Peygamberi izlemeyi tavsiye eder. Altı yüzlü yılların Arap coğrafyasına hitap ederken Maya’ların gerçekliğinden hareket etmemiştir. Halbuki Allah nezdinde “hakikat” hakikattir. Değil mi!
Kuşkusuz Allah katında din İslam’dır…(Al-i İmran Suresi/19) Haydi sakin bir şekilde oturalım ve iki yanımıza iki tane boy aynası koyalım. Oluşan uzun görsel koridorun sol yanından geçmişi izleyelim. Allah katında “din” olan İslam, 610 yılının Hira’sında اِقْرَأْ (oku!) idi. Hemen sonra “Gece Okuyuşu”; ardından “kalk ve uyar!” Safa tepesinde de, Erkam Bin Ebi’l Erkam’ın evinde de yaşanabilen bir din.
Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi olan Allah, açıktan tebliğ için “tabiri caizse” uygun zamanı bekliyor. Günde beş vakit namazı emreden, haftada bir Cuma için; ölümden korkmayanlara savaşma izni için bekliyor. Bizden öncekilere yazılan Oruç, bize de yazılmak için Bakara Suresi 183 ayetini, iffetin sembolü örtünme emri Nur suresini bekliyor. İçki yasağı Medineyi, Ka’benin özgürlüğü Huzaa’lıların saldırıya uğramasını ve faiz veda hutbesini bekliyordu. Çağları aşan, ancak bulunduğu çağ ile anlam bulan bir hitaptır İslam. Vahiy tarihinin hangi emri indikten sonra yaşama imkanı bulmadı, yaşanamayacak hangi hitap muhatabı çıkmaza soktu?
Aynanın sol tarafına-geçmişe baktığımızda, Allah zül celal, kimseye muhtaç değilken; “insanlara inen dinin insanlar tarafından yaşanabilmesi için” uygun zaman-zemin-olay-kişileri bekliyor. “Ben” dedim, oldu-bitti demiyor. Sahabe ve sahabe sonrası dönemde bile bunu gözlemliyoruz.
İslam, Allah’ın boyasıdır. Amenna! Ancak hangi çağda bu boya, içinde bulunduğu tabloyu güzelleştirmedi ve sırıttı?
Şimdi sağ tarafımıza dönelim ve elinde kutu kutu boyalar ile arz-ı endam eden biz Müslümanlara bakalım. Boyamız ile yaşadığımız çağ arasında uyum var mı? Gece yarıları duvarlara slogan yazıp kaçan adamlar gibi olduk. Güzel bir resim yapabilmeyi bir yana bıraktım; en azından, kavmimizin dili ile konuşabilseydik bari.
Galiba kavmimizin dilini öğrenmeden “göklerin” neyi kastettiğini anlayamayız ve anladığımızı kavmimize anlatamayız.
Kasım bey. Yazı adeta insanlık düzleminde, tamda özlediğim ve benimsediğim bir kronolik çizgi öğretti.Eline sağlık.
Teşekkür ederim Muhlis hocam. Düşünce ve katkılarınız benim için önemli