24 Şubat – 1 Mart 2020, yani geçen hafta vergi haftası imiş. Devlet nedir, vergi nedir, vergisiz olmaz mı, nasıl toplan(malıd)ır gibi antik ve de cevapsız sorulara cevap aramayacağım. Haddime değil zaten. Bilindiği gibi hemen her devletin gelirlerinin çok büyük bir kısmını, vatandaşlardan toplanan vergiler oluşturur. Türkiye’de vergiler gerçekten yüksek mi, adil bir vergilendirme sistemi var mı, vergilerin ne kadarı denetlenebiliyor gibi sorularla da işim yok şu anda.
Fakültede devlet ve vergilendirme sistemleri ile ilgili derslerimiz vardı. Bu derslerden aklımda kalan şey ise sadece insan faktörü.
Dünyada ve ülkemizde özellikle vergi denetimlerinde denetleyicilere bazı teşvikler uygulanıyor, kesilen cezaların belirli bir oranının prim olarak verilmesi gibi. Ancak “dürüstlük övülür ve ölür” ilkesi gereğince manipülasyona oldukça açık olan bu yöntemler, özünde dürüstlük barındırmayan denetleyicilerin, vergi kaçıran taraftan gelen daha yüksek tekliflere de sıcak bakması sorununu doğuruyor, kaçınılmaz olarak.
Kimden nasıl ve ne oranda vergi almalıyız gibi teknik konularla o kadar uğraşıyoruz ki, dürüst vatandaş yetiştiremeyince tüm bu uğraşların çöpe gideceğini fark edemiyoruz. Büyük şirketlerin muhasebe oyunlarıyla vergi kaçırmasından şikayet eden esnafın kendi kaçırdığı vergiyi hiç görmemesi gibi… Dürüst vatandaşlarla dalga geçercesine çıkarılan vergi aflarına ise hiç değinmeyeceğim. Zira bu da aynı problemin bir neticesi. Hırsızlığın teşvik edildiği sistemlerde sadece vergi değil, yönetimin hiçbir kademesinde sağlıklı bir işleyiş beklenemez.
Vergi konusunda sürekli tecrübe ettiğim bir konu hakkında net örnek vererek derdimi anlatmaya çalışayım. Banka aracılığı ile taşınmaz satın alan (satış-ipotek işlemi) Ahmet bey, para transferinin banka üzerinden yapılması nedeniyle, on yıl boyunca her ay kredi taksiti ödeme şartıyla satın aldığı meskenin değerini 100.000TLden aşağı gösterememekte ve 4000TL harç ödemektedir. Öte yandan 10 dönüm tarlayı 1.000.000TL nakit parayla satın alan Mehmet Bey, arada kayıt altına alınabilecek mecburi bir ödeme sistemi olmadığından, parayı elden vererek ve satış değerini de 1.000TL göstererek sadece 40TL harç ödemektedir. Bu konu vergi sisteminin hemen her alanında aynı şekilde işler desek hatalı olmayız. E-fatura dönemine geçilmesiyle birlikte birçok sahtekarlık da engellenmeye başladı ama mesele sadece bir boyuttan başka bir boyuta geçmiş oldu aslında.
“Eğitim şart” klişesi üzerinde biraz düşünelim istiyorum. TDK’da eğitim kelimesinin karşılığı şu şekilde:
“Çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan veya dolaylı yardım etme, terbiye”
Toplum yaşayışı, anlayış, kişilik, terbiye… Ne kadar anahtar ve vurucu kelimeler barındırıyor değil mi?
Bir de öğrenim kelimesine bakalım:
“Herhangi bir meslek, sanat veya iş için gerekli bilgi, beceri ve alışkanlıkların elde edilmesi amacıyla yapılan çalışma, tahsil”
Gelecek nesilleri yetiştirirken bu iki kavramdan hangisi üzerine yoğunlaşılırsa ona göre bir toplum oluşuyor. Bunlar birbirinin alternatifi veya rakibi olan kavramlar değil. Beraber yürütülmeleri gerekiyor. Tahsilsiz insanlarla teknik ilerleme kaydedilemeyeceği gibi, tahsilli hırsızlarla da düze çıkılamaz, çıkılamıyor. Soruları doğru soramayınca bulduğumuz bütün cevaplar naylon oluyor. İnsan yetiştirmek sadece ailenin veya okulun yapabileceği bir şey değildir. Bir Afrika ata sözünde değinildiği gibi: Bir çocuğu yetiştirmek için bütün köye ihtiyaç vardır.
En anarşist düşüncelerde dahi insan faktörü mevcuttur. İnsan yetiştiremeyen sistemler ise hangi yöntemleri seçerlerse seçsinler “ilerleme” yaşayamazlar. En ideal sistemi de kursanız, işin içinde insan varsa muhakkak bir açık da mevcuttur. Bu açığın ortaya çıkması ise sadece zaman meselesi olacaktır.