Yanılıyoruz hepimiz. Her şeye içtenlikle kanıyoruz. Hayatımızı çepeçevre saran ve bizi uyuşturan ve bizi avutan ve bizi güya yaşama bağlayan yalanlarla geçiriyoruz günlerimizi. Her şey yalan. Biz bile en büyük parçasıyız o yalanın.
Dünyaya bir yük olarak geldiğimiz doğrudur. Hayatımız boyunca bizden sadır olan kirliliğin miktarı ölçülemiyor bile. Tükettiğimiz doğanın haddi hesabı yok. Salgıladığımız tükürük bezi miktarı yirmi bin tonun üzerinde. Yetmiş yılda yirmi beş yılı sadece horul horul uyuyarak hiç bir şey üretmeden geçiriyoruz.
Hele daha naif alanlara girersek karnemiz daha da berbat. Kırdığımız kalplerin, canını yaktığımız çocukların, üzdüğümüz annelerin, kanına girdiğimiz kadınların haddi hesabı yok. Söylediğimiz yalanlar, doğrularımızın on beş katı.
Sanki doğuyoruz ve dünyadan alacaklı imişiz gibi davranmaya başlıyoruz. İlk ihtiyaçlarımızı nasıl bir vahşilikle talep ettiğimizi düşünsenize. Çığlık çığlığa ağlayıp bağırarak. Daha minnacık bir bebekken gürültü çıkararak başlıyoruz çevre kirliliğine. Sonrasında hunharca kirlettiğimiz ortalığın, okula gidiyoruz diye attığımız triplerin, eşimize, dostumuza, arkadaşımıza layık gördüğümüz kazıkların haddi hesabı yok.
Sahi neyimize güveniyoruz bütün bunları yaparken? Nasıl bir özgüvendir ki bu? Bir “hiç” iken evrenin sahibi imiş gibi davranmak. Tüm erdemlerden yoksunken, yaşam felsefesinin kitabını yazıyormuş gibi kendini göstermek. En fazla büyük kamyon tekerini yüz metre taşıyabiliyor iken dünyayı merkezinden oynatacakmış gibi hissetmek. Bir sonraki nefesimizi almaya kudretimiz yetmez iken dünyayı kurtarabilecekmiş gibi havalara bürünmek, böbürlenmek vs vs vs.
Galiba “şerefli yaratılmış olmaya” ve “akıllı” olmamıza gereğinden fazla çok fazla anlam yüklüyoruz. Oysa “şerefli” oluşumuz da “akıllı” oluşumuz da bize yüklenen bir özellik dışında başka bir anlam taşımıyor. Yaratılış biçimimiz o bizim. Varoluş biçimimiz mi acaba? Bunca yalan dolanın, ahlaksızlığın, ilkesizliğin, acımasızlığın, kandırmacanın içindeyken “şerefli” olduğumuzu iddia etmek düpedüz aldatmaca değil midir?
Ve gerçekten akıllıca mı davranıyoruz her zaman? Her hatamızdan ders çıkarabiliyor muyuz? Doğru bildiğimiz her şeyi her defasında yapabiliyor muyuz? Yanlışlardan her defasında kaçınabiliyor muyuz? Sahi kaçımız günah olduğunu bile bile onu işlemeye devam ediyor? Oysa neydi akıl; sadece bilmek mi?
Hasılı Dünya’nın başına gelmiş en büyük talihsizliğiz. Fakat bu karar Gök’lerden geldiği için kimsenin itirazı olamaz, bu kesin. Benim itirazım insanın kendini değerlendirme biçimine sadece. Bu kadar değer abartmasına, özgüven patlamasına, Tanrı’lık iddiasına, günahsızlık ve şereflilik kasmasına.
Bir “hiç” iken bu kadar büyüklenebilmesine…