Pandemi nedeniyle maske ve mesafe kurallarına uyularak cami bahçesinde kılınan cuma namazlarından birindeydim. Sünneti kılmış, hutbe için bekliyorduk. Caminin yanındaki binaların birinden, muhtemelen bir dükkanda yapılmakta olan tadilattan tiz bir matkap sesi geliyordu. Cemaatten biri daha fazla dayanamadı ve bağırdı:
– Aloooo! Cuma vakti cuma, kapat şunu!
Ses birden kesildi tabi. Adam bağırana kadar bu durumun namaz için bir engel teşkil ettiğinin farkında bile değildim ki değildi de aslında. Bu şekilde söylenmesi doğru muydu değil miydi’nin ötesinde aklıma başka düşünceler geldi. Müslümanlık iddiası güden insanlar birbirini tatlı dille bile olsa uyarmaya, yanlışı söylemeye yanaşmıyor, buna dilleri varmıyordu. Dini ritüeller temelde kişiseldir evet; ama yarım saat olsun ibadet ederken saygı beklemek de çok doğal bir hak olsa gerek, hiç değilse toplu yapılması gereken ibadetlerde. Yabancı memleketlerde Müslümanlara gösterilen saygıyı bile, aynı dine mensup olduğunu iddia ettiği kişilere gösteremeyen kardeşlerimiz var. Dolayısıyla bu insanların bir şekilde uyarılması gerekiyor. Yöntem bu olmamalı belki fakat ben burada kendim(iz)deki özgüven eksikliğine takılıyorum. Bu konuda da uçlardayız. Ya fazla ezik ya da fazla kabayız. Aslında hemen her konuda çok kabayız. Bir yanlışı uyarırken, bir konuyu tartışırken, bizi eleştiren birine cevap verirken, bilimsel bir konuyu açıklarken, arkadaşlarımızla sohbet ederken, çocuğumuzdan bir şey isterken… Bu nedenle kabalıkla özgüvenli olmayı da karıştırmamak gerekiyor.
Çoğu konuda kabalığımızın farkında bile değiliz. Yukarıdaki örnekte iki tane kabalık var. İlki ibadet eden insanların yanı başında aymazca gürültü yapmaya hiç çekinmeyen kişi, ikincisi de onu bağırarak uyaran kişi. Müslümana saygı konusunda ne yazık ki ikircikli bir tavır içerisinde bazılarımız. Orada başka herhangi bir toplantı olsaydı eminim ki bu gürültüyü yapmaya çekinirdi. Mesele Müslüman olup olmamak da değil zaten. Belirli makul bir amaç için, belirli bir süreliğine bir araya gelen her topluluk bir miktar olsun saygıyı hak etmiyor mu? Bu saygıdan mahrum bırakılan topluluk üyeleri de buna itiraz etmede haklı değiller mi?
Yine de tüm bu haklılıkla bile Müslümanlar olarak çoğunlukla hep alttan alıyoruz. En büyük saygısızlığı da hep kendimize yaptığımızdan en büyük katliamları da hep kendi kendimize yapmışız. Sadece motora binen bir Müslüman kardeşimizin haline bakarak bile medeniyetimizin bugünkü halini anlayabiliriz aslında. Hiçbir güvenlik önlemi almadan (kask vb.) bir motora baba, anne, iki çocuk şeklinde binerek hem kendi hem başkalarının hayatını “Allah var, gam yok” diyerek riske atan bir kardeşimizi düşünelim. Daha kendi hayatına saygı duyamayan bu kardeşimiz; ölümün dışında, yaşayarak/ yaşatarak da bir medeniyet kurulabileceğine nasıl ikna edilebilir.
Müslüman coğrafyalardaki katliamların istatistik değerleri çıkarılsa, dışarıdan bir düşmanın yaptıkları mı yoksa kendi kendimize yaptığımız katliamların sayısı mı fazla çıkar, şüpheliyim.
Özgüven konusundan saptık gibi ama aslında hayır, kendimize, kendi canımıza bu saygıyı duymadığımız için de gerekli özgüvenimiz önce birey olarak sonra da toplum olarak oluşmuyor. Kabalığımız, vurdu-kırdımız baki; ama itikadımıza yakışır, vakarlı bir dik duruşumuz olamıyor. Sürekli manipülasyona açık bir kitleye dönüştük. Zalim bizdense mesela zulümden hiç rahatsız da olmuyoruz. Bu da gerçek sonuçlar alabileceğimiz eylemlerden uzaklaştırıyor bizi. Bakın, tek bir küçük şehrimizi, Gazze’yi bile zalimlerin elinden kurtaramıyoruz. Uluslararası mevzuat zalimin aleyhine kararlar çıkardığı halde, bırakın zalimi sıkıştırmayı sağlayacak adımlar atmayı, başka illiyete sahip ülkelerin çıkardığı kadar ses bile çıkaramıyoruz. Hatta zalimi destekleyen hatların bekçiliğini yapıyoruz, hem birey hem toplum hem idare olarak…