Biraz eskilerden başlamak istiyorum.
Uzun atlamak için; geri açılıp, hız alır atlarsak daha uzun atlamış oluruz. Sporların anası olan atletizmdeki kurallardan biri de metrik ve kronometriktir. Bu anlamda uzun atlamak, ileri iyi bir sıçrama ya da başarılı atlamak için iyi bir yöntemdir. Bu nedenle tarih, toplumların hafızasıdır. Hafıza ise silinmemelidir. Yani geçmiş bilinmeli ki gelecek anlaşılsın.
Düşünmüşümdür; iyi adamlar neden suçlandı, niçin cezalandırıldı ve neden yalnızlaştırıldılar. Ben de iyiyim diyenler neden buna engel olmadılar? Tıpkı Peygamber Efendimizin Taif seferinde olduğu gibi… Taif beni daima derinden etkiler. Okudukça, düşündükçe Taif olayı beni hep yaralar. Mekke’nin doğusunda yer alan 88 km uzaklıktaki Taif, bağlık bahçelik, adeta Mekke’nin yaylası konumundadır. Aynı zamanda Menat adlı meşhur putun da ev sahibidir. Menat; paradır, maddiyattır, refahtır, ekonomidir, finanstır… (Azerbaycan para birimi de manattır. Kökü buradan gelir) Şimdilerde ise Taif, hacılara yasak gayrimüslimlere serbest bir şehirdir. Mekke’ye sığmayan bu güzel Adam, Taif’e geldiğinde içi umut doludur. Ancak umduğu dağlara kar yağmıştır. Kabul görmek yerine şehrin önde gelenlerinin yaygaraları ile taşlanmıştır. Şehrin ne kadar sokak serserisi varsa ellerindeki taşlarla Peygamber Efendimiz’i linç etmiştir. Ayakları kan revan içinde zar zor üzüm bahçesine sığınmıştır. Batı diye yadırgadığımız zihniyet, düşmanını düelloya çağırır. Doğu diye bildiğimiz toplumlar ise pusu kurar fırsat bulunca da linç eder. Tam da böyle yapıldı. Önce pusuya düşürüldü ardından linç edildi…
Yine üzüm bağında, adı Bilal-i Habeş olmayan ama o da bir köle olan Addes yardımına koştu.
– Suçun nedir, neden dövdüler? Hem de Taif’in yiğit gençlerince…
Peki, Allah’ın elçisi ne dedi? Onların nelerini istedi, nelerini aldı ki bu cezaya uğradı?
Taif’te Efendimize yapılan zulmün aynısını Nuh (as) da Salih (as) da İsa (as) da yaşamıştı.
Taif’in uluları Hz. Peygamberi cezalandırdı ama bunu bir şeye dayandırıyorlardı. Suç olacak ki ceza da olsun. Zamanın tanığı Peygamberimiz de cezalandırıldı.
Gelenekçilik ve muhafazakarlık onların dininin omurgasını oluşturuyordu. Bu dinin adı da şirkti! Peygamberimize göre sonu güzel biten suçtu. Hz. Peygamber bu uğurda linç edildi. Ben buna “Taif ruhu” adını verdim. Hiç sormadılar “Kimsin, sen bu söylediğinden ne kazanıyorsun?” diye. “Kimin kitabını, kimin dinini okuyorsun?” Hemen taşlamaya, hatta taşlatmaya başladılar.
Hz. Muhammed Kuran’ı sunarken, gelenek ve muhafazakarlık adına ”uydurulmuş bir din” vardı. Dün onun adı şirkti. Karşısında ise tevhit mücadelesi vardı. Şimdi günümüzde yaşanan muhafazakarlık, o günkü şirk dininin bu günkü müntesipleri tarafından atalarının yolunu takipte pek mahir.
Whatsapp gruplarında, Facebook iletilerinde, tweetlerinde, TV, gazete ve radyolarında, salonlarında, dersliklerinde, medreselerinde hatta kürsü ve minberlerinde linç kampanyalarını gelenekleri uğruna muhafazakarlıkları adına devam ediyorlar.
Sanki kitabımızın dediği gibi mesulat. (Rad Suresi 13/6) Tarih tekerrür ediyor. İyi adamlar aynı akıbete uğruyor.
Bedelli gönüllülük…
Muhlis UZUN