Kabil kendisini nasıl ikna edebilmişti acaba Habil’i öldürmek için?
Bence insanın kendisini ikan etmesi çok zor bir şey olmasa gerek. Yalan söylemek, tecavüz etmek, çalmak, kandırmak ve öldürmek…
Evet, öldürmek için bile insan kendisini çok rahat ikna edebilir. Sadece ilk adımı atmak gerek bunun için. Dağları bile devirebilir insan/insanoğlu.
Hiroşima ve Nagazaki’yi yeryüzünden silmek, özgür bir insanı köleleştirmek, köle birini azat etmemek, Çernobil’e giden yolda domino taşları döşemek…
Konu şahıslar ile ilgili değildir aslında. Konu “insan” olmak ile ilgilidir.
Kaleme alacağım konu ile ilgisiz gibi görünen bu girişin maksadı insanın her daim kendisini ikna etmeye çalıştığını bir öncül olarak aktarmaktır.
Takip edebildiğim kadarı ile son dönemin modası haline geldi İslam Dinine kılıf bulma çabası.
Müslüman olmayanlarda buna rastlamak garip bir şey değildir tabi ki. Ancak Öztürk ve Balcı gibi akademisyenlerde bunu sık sık görmeyi anlayış ile karşılıyorum ve fakat hak verdiğimi söyleyemem.
İslam fıkhının Yahudi örfüne dayanması, oradaki uygulamaların aynen veya revize edilerek alınması, anlatıların Sümerlere dayanması gibi açıklamaların sosyal medyanın da etkisi ile sık sık kendilerinden duyulması onların suçu değil elbet.
Bir zamanlar Muvahhid olmak hendeklerde yakılmaya sebep olmaktaydı. İmtihan, acıya katlanmak idi. Ancak içinde bulunduğumuz bu ahir zamanda Müslüman olmak görsel illüzyonlarla dolu bir yolda yürümeye benziyor. Zihnimiz gördüklerinde bir çarpıklığın olduğunu kavrıyor. Taşlar yerine oturmuyor ve kıvrımlar uyumsuz. Yalpalamalar ondandır diye düşünüyorum.
Kadın konusu, kölelik konusu, savaş hukuku, aile hukuku, domuz eti gibi sebebi muğlak haramlar gibi konulara dair açıklamalar bariz bir şekilde sırıtmakta ve makam ile hitap arasındaki uyumsuzluk gözleri/kulakları tırmalamaktadır.
İslam beldesinde doğmak peşinen Müslüman olmayı sağlamaya yetebilir ve fakat Müslüman kalmak için kişinin kendisini ikna etmesi gerekmektedir artık. Özellikle farklı olan ile temas kuran kişiler için.
İslam’a dair olana kılıf bulma ve başka bir anlamda da aklama çabaları bazen İslam ayrı Müslüman ayrı şeklinde oldu. Bazen rivayet ayrı Nass ayrı; bazen Kur’an ayrı Kur’an’dan gayrısı ayrı şeklinde oldu. Bunların her biri hal-i pür melalimize dair resmin farklı fırça darbeleri mesabesinde oldular.
İslam’ın, kaynağından çıktıktan sonra bulandığı, farklı din ve kültürlere dair uygulamaların İslam’a girdiği ve İslam olarak algılandığı, İslam’a ait uygulamaların tarihsel olduğu ve zamana-zemine göre değişebileceği, Din’de olan her şeyin tüm zamanlar boyunca aynısı ile uygulanması gereken bir emir olmadığı ile ilgili açıklamalar yapanlar kendilerini ikna etmeye çalışıyor olabilirler. Bu sorun değil tabi ki. Fakat ikna etme kabiliyetleri son derece zayıfladı diye düşünüyorum.
Çünkü dine dair yapılan aklama girişimlerinin ve dinde kalma ile ilgili ikna çabalarının yan etkisi “Din ile Allah’ın arasını ayırmak” olmaktadır. Dini uygulamalara dair açıklamaların en bariz sonucu İslam’ın Allahtan soyutlanması olmaktadır. Amiyane bir tabirle, “Kendi Zamanı İçinde Allah’ı Bir Hz. Muhammed (a.s.) Anladı; O da Yanlış Anladı” gibi bir durum ortaya çıkmaktadır.
Demek istiyorum ki;
Özünde İslam’ın/Dinin sahibi Allah’tır. Emir ve yasaklamalar O’ndandır.
Domuzu, kan’ı, leş yemeyi O yasaklamıştır. Sümerler’de de domuz ile ilgili anlatılar olsa da günün sonunda domuz eti yemeyi Kur’an haram kılmıştır.
Recmin uygulanmasına O izin vermiştir. İster Yahudi örfü olsun, ister neshedilmiş bir hüküm olsun.
Çok eşliliğe O izin vermiştir. Kölelik ve cariyelik uygulamaları O’nun vahyettiği dönemde devam etti. Sonra da…
İster Tevrattan kalma olsun, İster İncilden; ister Yahudi örfü olsun ister Arap örfü olsun Peygambere (s.a.v.) ait uygulamaların ve Kur’an’daki ayetlerin sahibi Allah’tır. Onay verdiyse O’ndandır. Ses çıkarmadıysa/izin verdiyse O’ndandır. Elçisinin yaptıkları ve düzeltilmeyen uygulamalar O’ndandır.
Ehli kitabın tahrif olmamış uygulamaları da Allah’a aitti. Nuh-İbrahim-Lut-Yusuf-Musa (Allah hepsinden razı olsun) Peygamberlerin uygulamaları da Allah’a aitti. Salih Kul gemiyi deldiğinde de çocuğu öldürdüğünde de O’nun izni ile yapmıştır. Yunus Peygamberin kaçmasından razı olmayan Allah Onu balığın karnında tutup geri gönderebildi ise; İslam Peygamberinde gördüklerinden razı olmadıklarını da düzeltebilirdi. Düzeltmedi ise razı olmuştur diye kabul ederiz. O’na rağmen O’nu ve Elçisini aklamaya ve bunun üzerinden kendimizi ikna etmeye çalışmayız.
Ez cümle, islam İslamdır. İslam’da olduğu tartışma olmayan her uygulamanın kaynağı Allah’tır.
Geri kalan konu ve yorumlar ikincil tartışmalardır.
Şeriat, tüm zaman ve zeminlerde uygulanabilir mi?
Şartların değişmesi ile birlikte hükümlerin uygulanmasında farklılıklar ortaya çıkabilir mi?
Miladi 632 yılında işe yarayan İslam 2024 yılında da işe yarayacak mı?
Cariyesi ile nikah kıyma ihtiyacı hissetmeden ilişkiye girmeye izin veren, üç hanımı olduğu halde dördüncüsü olarak 10-12 yaşında bir çocuğu almaya izin verip bunları haram kılmayan ve fakat mastürbasyonu belirli şartlar altında özünde haram kabul eden bir fıkhın tartışmasını uzun uzadıya yapabilirsiniz.
Fakat önce İslam’da olan şeylerin sahibinin Allah olduğunu dillendirme cesaretini göstermeniz gerekir.
Aksi halde İkna Olmanın Cazibesine kapılmak insana her türlü açıklamayı süslü ve kabul edilebilir gösterir.
Allah adına yalan soylemek…
Allah Kuran ‘daki Allah’tan tanınır.En kemal resim buradandır.Kölelerden bahseden ama köleleri ozgürluğune kavusturmayı öven.Bence zaman veren…
Yetimlere adil davranamamaktan korkarsan diyerek cok eslilikten bahseden.
Söylediklerinize katılıyorum. Fakat temelde biraz farklı düşünüyorum. Din ve vahiy söz konusu olduğunda Vahiy Allah (c.c.) hakkında bilgi verdiğinde bundaki maksat Allah’ın zatı hakkında bilgi vermek değildir diye düşünüyorum. Maksat insanı iyi ve doğruya yönlendirmek kötüden uzaklaştırmaktır. Hz. Musa zamanında Allah’ı görmek (aslında Onun hakikatini müşahede etmek) istemişti. Ancak Musa ve Salih kul kıssası ile verilen mesaj söz konusu Hakikat (Allah) olduğunda hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Çocuğun öldürülmesinde, geminin delinmesinde ve duvarın tamir edilmesinde hep görünenin ardında başka bir hakikat vardır ve İnsan olmanın sınırları (Hz. Musa’nın sabrı) bunları kuşatamayacaktır. O nedenle Dinde bulmaya çalıştığım şey Allah’ı bulmak değil insanı tanımaktır/anlamaktır.