Ey Gül,
Ben, kelimelerini yitirmiş şair; duvarların, ırmakların ve dağların ötesinde neyi arıyorum? Hiç sığınmadığım gölgeni mi? Ne aldım senden, ne verdim sana? Benliğimi damıttığım hiçliğin gizli öznesi sendin. Susuzluğum vardı ekvator kuşağına has, yetinmek bilmeyen, bıkmayan, zirveleri özleyişim… Bir kelebek kanadına destanlar sığdırabilirdim. Bir zahid gönlünde soluksuz zikir olabilirdim. Bir hayatı yeni baştan, bir sevdayı baştan sona yeniden ve yeniden yazabilirdim. Giyinmiştim tüm zırhımı; tüm kötülüklere meydan savaşı açabilirdim.
Sen mızrağı bile olmayan savaşçı; dağıttın tüm karargâhımı.
Ey Gül,
Tatlı rüyalar kabusa nasıl dönüşür bilir misin? Eski ve mutlu uyanışların yerini alan o zehirimsi tat, kuvvetli bakışların fersiz duruşu, çağlayan yüreğin sönük ateşi nasıl dağıtır insanı; bilir misin? Tüm Tuna boyunu ateşe verebilecekken, gemilerinin içten su almasını, dışarıya karşı mağrur ama içeriden çökertilmiş bir kaleyi düşün. Aya ışık olacakken ay ışığına hasret kalmayı düşün. Koca bir orman düşün; herkese aydınlık, kendine zulmet. Vahşi tabiatın tüm vahşetine razı; tek kendi sığınağına ateş düşmesin.
Sen köze muhtaç üşüyen serçe; yaktın tüm gürbüz ağaçlarımı.
Ey Gül,
Bir mutfak masası başında camdan dışarıyı umutsuzca seyretmek de yaşamaktır. Uyanıp saatlerce çıkamamak yataktan, havlusuna sarınıp yıkanmak için ayağa kalkamamak, çayın bardakta duruşuyla boğaz boyu seyretmesi arasında bir farkın olmaması da yaşamaktır. Park kenarından geçip çocuk cıvıltılarını, rüzgârın esişindeki kutsal armoniyi, yüreğinden beynine doğru haykıran çığlığı duymazdan gelmek de yaşamaktır. Savaşmamak, direnmemek, koşmamak, tutkuyla sarmalanmamak da yaşamaktır. İntihar da bir yaşam biçimidir mesela, falezlerden atlamadan, yeni bilenmiş bir bıçağı kalbinin tam ortasında hissetmeden.
Sen; yaşamdan vazgeçtiğini söyleyen diri; kalın, upuzun ilmek oldun, boynumdaki.
Ey Gül,
Sana yaşamayı anlattım haftalar boyu. Yeniden dirilmeyi, kendine sımsıkı sarılmayı, gözlerindeki tomurcuk yaşlarla acılara tebessümle bakabilmeyi anlattım. Kötülerle savaşmadan kazanılan zaferleri, intikam almadan ödeşmeyi, kırılıp incinmeden kavga etmeyi, her şeye rağmen ve her şeyin karşısında dik, dimdik durabilmeyi anlattım haftalar boyu. Sevmenin dudaklardan dökülen söz, aşkın dile getirilmeyen özlem, tutkunun dört duvar arasına mahkûm bedenler olmadığını anlattım. Bir gün sözlerin de tükeneceğini, yitip gideceğini umutların ve göçmen kuşların aynı dirilikte dönmeyeceğini ana yurtlarına…
Sen, anayurduna iltica etmiş mülteci; kopardın beni tüm coğrafi kaderimden…
Ey Gül,
Dolunayda yapraklardadır bereket, hilalde köklere iner; bilirsin. Biri taç olacaksa, diğeri kök olmalı o yüzden. Ne gece boştan yere kararır, ne gündüzün aydınlığı fuzuli. Yaz güneşi bir karpuzu kan kırmızıya boyar, kış soğuğu yer altı sularına kaynaktır. Ya bu koca âlemde bize biçilen paye? Birinin gözünde ışıltı olamayacaksak niçin tüm bu var oluş, bu bitimsiz yaşama iştiyakı? Boşuna mı adadım, gecemi, gündüzümü, sıcağımı, soğuğumu senin hiçbir şeyin işlemediği ruhuna? Gür ormanların nefesi bile çöllerdeki kum tanelerinden geliyorken neden ne taç ne kök olabildin gönül bağımda? Olduğunu söylediğin halde neden yoktun? Neden içime çektiğim rüzgârlarda orman kokusu yerine çöl kumları vardı; tatsız, boğucu…
Sen, kendini gökyüzü sanan Sisifos; beni de mahkûm ettin mağaralara…
Ey Gül,
Sana rahmetin zahmette olduğunu gösterebilseydim keşke. Rahatın; rahatı terk etmekte, yaşamın duvarların dışında bir yerlerde olduğunu, asıl gücün güçlüklerden geldiğini, en lezzetli balıkların çağlayanlara kafa tutanlar olduğunu, başına buyruk insanlardaki asaletin kale duvarları arkasında yaşayanlardan fazla olduğunu gösterebilseydim. Hayal kurmanın uyuşturucu etkisinden sıyrılıp gerçekleştirmenin dirilttiği yamaçlara varabilseydik şimdi. Bu bile hayal, değil mi? Olsun; hayallerin imkânsız olanlarını severim ben. İmkânı olan ama bir türlü gerçekleştirilemeyen hayallere aptalca kanmaktansa imkansız olduğunu bilmenin tevekkülüne sığınmak daha doyurucu inan bana.
Sen, gözleri yarı baygın uykucu; kabusların kaldı bana armağan…