Küçükken, köyde çocuklar ve gençler mahalle maçları yaparlardı ve ne hikmettir ki maç sonları galibiyetli kavgalarla biterdi. Bundan kaynaklı (kavgadan korktuğum için olsa gerek) ya maça dahil olmazdım veya bazı şartlar ileri sürerdim. Ya her iki mahalle karma olacak ve ortada mahalle kalmayacaktı ya da karşı mahallenin takımına dahil olurdum. Bu arada mahalle dediğime de bakmayın, tüm köy zaten yirmi veya yirmi beş haneden oluşuyordu eni topu. Çocukça oyunlar ve çocukça kavgalar işte!
Mahalleler üzerinden yapılan bu kavgaların garip bir halini günümüzde de yaşıyorum. Ancak bu sefer kavga bizimkilerin(!) kendi mahallelerinin içinde oluyor. Sonuçta mahallenin abileri, mahallelerinden üç talakla boşandıklarını, mahallelerinin varoşluğundan ve köylülüğünden bıktıklarını, ellerinden gelse tası tarağı/klavyeyi ve mausu toplayıp orayı terk edeceklerini beyan ediyorlar. Her platformda bu mahallenin pespayeliğinden, seviyesizliğinden, anlayışsızlığından, cahilliğinden yakınıyorlar. Kimisi kırk yılını oralarda boşa harcadığı için yanmakta, kimisi ömür boyu onlara yaranamadığı için kendisine kızmakta, kimisi de hala içlerinde bulunmanın ıztırabından yakınmaktadır. Onlar adına üzgünüm ancak; ne gariptir ki tüm kitapları bu mahallelerde satılmakta, tüm programlarını bu mahalle takip etmekte ve konferanslarına bu mahalle sakinleri katılmakta.
Eğer bu mahalle diye bir şey varsa karşı mahalle de vardır doğal olarak. İşin komik tarafı karşı mahalle sakinleri bu abiler(imiz)e üç kuruş kıymet de vermemektedirler. Hatta abartılı görülebilir belki ama, mahalle ve grupların sınırlarını bile aslında bu karşı mahallenin zat-ı muhteremleri belirledi zamanında. Umarım farkındayızdır.
Gelelim bunun travmatik olma sebebine ve şimdiki bu öfkeli sitemlerin arka planına.
Bir mahalleye, bir ekibe ve gruba sahip olmanın albenisine zamanında kapılanlar; bunun adına karşı taraf ile savaşanlar, bu kocaman dünyada küçücük mahallelerini dünyası olarak görenler şimdilerde bunun diyetini ödüyorlar bence. Hiç farkında olamadılar: “mahalle maçlarının kazananı yoktur.” Kim kazanırsa kazansın kaybeden hep köy oluyordu. Galibiyetler birlikte yaşama becerisine, uhuvvete galebe çalıyordu hep.
E tabi anlıyorum ve anlayış da gösteriyorum bizim abilere, hocalara, “prof”lara! O kadar açık oturumda boy göster, onca kelam eyle, kitap yaz, hakikati kelimeler ile buluştur, uykusuz kal, karşı mahalleyi yerle bir et; sonra gel kendi mahallende söz işit, dayak ye.
Heba olduğunu düşündükleri bir ömür dolayısı ile canları çok yanıyordur sanırım. Ancak, insan yine de daha erdemli tavırlar beklemeden edemiyor. Susmanın, sadece tebessüm edip gitmenin, şikayet etmemenin, artık davalardan vazgeçmenin erdemini…
Belki zamanında bir mahalleye sahip olmanın albenisine kapılıp çok ateşli saldırılarda bulunmasalardı, şimdi bu kadar kızgın ve kırgın olmayacaklardı. Ya da kucaklarını taş ve sopalarla çok doldurmasalardı da karşı mahalleyi de kucaklayabilmenin imkanına sahip olsalardı.
Benden uyarması, bir mahalleden kaçanlar soluğu başka mahallede alacaktır eninde sonunda.