Yorgun, argın gözlerimizin bayram edeceği bir yere çıktık ailecek. Seyre koyulduk şehzadeler diyarını. İki dağın arasına kafiyesi bozuk ama anlamı derin bir şiir bırakmışlar sanki. Küçük ama nice anlamları kendi bağrında barındıran bir yerdir benim için Amasya. Tarihin söyleyeceği var; ırmağının akışında bir sızı var sanki. Kayaları oyup saraylar kuran milletler de Allah’ı birleyenler de bu topraklardan geçip gitmiş. Bulunduğum yerde sadece Amasya’nın manzarasını temaşa etmedim. Çağlar üstü manzaraya da tanıklık ettim. Çayım elimde düşünmekten payımı aldım, öylece durdum. Bakmak, keşfetmek, anlamak. Bir şehri, insanı, kediyi, göğü, kâinatı..

İnsan olmayı, insan kalabilmeyi. Çağın karmaşasına inat dosdoğru yolun yolcusu olabilmeyi..

Gelenler, gidenler, kalanlar, adamlar ve Âdemler.

Şair İsmet Özel’in dediği gibi:

“ Hata yapmak

fırsatını Adem’e veren sendin

bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana

gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda

gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi

haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne

bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak

bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini

tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş

ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.”

Âdem’in talihinden bana/bize düşen neydi diye de düşündüm. Düşünceler sarmalarken zihnimin en kör noktalarını, çayımın soğudunu fark ettim. Öyle ya, ne hayat ne de çay beklemeye, bekletmeye gelmiyordu.

İstikamet!

İstikamet!

İstikamet diyordu.

Sırat-ı müstaqîm üzere istikâmet!

Tefsir talebesi | Arada yazar, canı sıkılınca çay içer.

Yorum yap