Belediye otobüsünün camında yansımamı görünce fark ettim bir daha, gözümün kenarındaki kırışıklıkları. Takıldığım şey kırışıklığın kendisi olsaydı, iğneleyici/alaycı laf atmaları göze alır botoks ile hallederdik sorunu. Ancak o anda kendime sorduğum soru: Ne uğruna? Oldu. Bir anlamı var mı? Sorularına cevap aradığımı hatırlıyorum.
Fakat şimdi aradığım cevap, her şeyin bir anlamı olmalı mı ki?
Bu anlam bulma, anlam yükleme ihtiyacı neyden kaynaklanıyordu ben ve benim gibi kişilerde?
Tanrıyı yadsıyan düşüncenin ana tezidir, “varlığa bir anlam yükleme çabasının ürünüdür Tanrı fikri.” Anlam bulma ve açıklamada bulunma çabasının serüveni ilk madde ve ilk fail ile sonlanmış bu düşünceye göre.
İlk madde, spekülasyonların ve bilimsel tezlerin konusu haline gelmiş; ilk fail de kendini inandırmanın ve başkasını kandırmanın işlevsel aparatı olmuş(muş).
Sorun değil; bu da kendilerinin anlam bulma/anlam yükleme çabalarının yolu olsun.
Benim sorunum kendimle. Neden anlam yüklemeye çalıştım ki yüzümdeki kırışıklığa?
Anlam olmazsa ne olacak ki sanki?
Sanırım ben ve benim gibi kişilerin yaşadığı/yetiştiği kültürel havzada anlam hep iki kavram ile ilişkili/bağlantılı idi: Değer ve Amaç.
Anlam varsa amaç da vardır ve anlam yoksa değer de yoktur.
Tarihi ve İnançları Allah’ın varlığının sonucu olarak görüyorum ve fakat inançları Allah’tan ayrı bir şekilde Tanrı fikri ile de ilişkilendirebiliyorum. Dolayısı ile öyle düşünüyorum ki, insanlık eskiden beri, hatta ilk başta varlığa bir anlam yüklemeye/varlıkta bir anlam bulmaya çalışmıştır hep. Bunun en kestirme yolu da Tanrı’nın ilk fail olması ve varlığa bir amaç yüklemesi olmuştur.
Sanırım bu anlam bulma/anlam yükleme çabası bu nedenle ben dahil hepimizin ruhuna işlemiş durumda. Ki, cildimin yaşlanmasının doğal bir sonucu olan kırışıklığına dahi anlam yüklemeye çalışıyorum. Daha doğrusu kırışmasının değerli olabilmesi için bir anlamımın olması gerektiğini düşünüyorum.
İster Allah var ve dolayısı ile varlığın bir anlamı ve amacı var diyelim, ister anlam bulma ve bilinemeyene açıklama üretme çabası insanın Tanrıyı yaratmasına neden oldu desinler; geçmişimiz ve dolayısı ile kültürel bilincimiz bu “anlamlılığa” aşina idi. Hatta anlamlılık zaruri idi. Doğadaki anlamlılık ve amaçlılık bize anlam ve değer yüklüyordu.
Peki ya bu düşünsel zincir kopmuş durumda ise!
Tespih dağılmış ve taneler plastik boncuk konumuna düşmüş durumda ise!
Sorun olarak gördüğüm şeyi şöyle ifade edeyim: Varlık ile Allah/Tanrı arasında bir bağ yoksa varlığın var olmasında bir anlam kalmaz. Varlıkta bir anlam yoksa eylemlerde de bir anlam ve dolayısı ile bir değer(lilik) yoktur. Direnç göstermemizin, sarsılmamızın ve dolayısı ile boşluğa düşmemizin sebebi de bu değersizlik/değersizleşme durumudur.
Diğer bir kesim de Varlık/Eylem-Tanrı/Allah-Anlam-Amaç arasında bir bağ zaten hiç kurmadıkları için anlam bulma/yükleme ihtiyacı ve yokluğunun eksikliğini hissetmemektedirler.
Bu iki kesim arasında empati yoksunluğu iletişimin ve anlaşmanın/anlaşılmanın imkanını kısıtlayacak gibi duruyor.
Kendi adıma bunun da ilk adımı olarak kendimizi anlayabilmek ve kendimizle sağlıklı bir iletişim kurmaktır diye düşünüyorum.