Herkesin bir mevsimi vardır. Bilirsiniz nice âşıklara konu olmuş, olmakta olan sonbahar ya da nice gönlü genç kalmaya müptelaların ilkbahar sevdası. Bu bitmek tükenmek bilmez bir sevda hali, bir kısır döngü. Sevenler gider ama sevdikleri mevsimler yaşamaya devam eder. Kim bilir belki de bu yüzyıllardır böyle bir durum.
Ben bir mevsim bulamadım kendime belki bir mevsim seçme gibi bir düşüncem olmadığı içindir. Ama benim de gönlümün meyli biraz sonbahara tabi. Bana bir hatırlatışından mıdır? Bilmiyorum. Ağaçlar meyveyi bırakır, fideler sebzeden kesilir, yapraklar sararmaya ve kurumaya başlarlar. Güneşin batma rengini alan yapraklar bana günün ikindi vaktini, ömrün ise kemâlâtını hatırlatır. Bir gerçekliği var mı bilmiyorum; ama biraz önce yemyeşil olanların artık sararıp solması “Biz dünyadan gider olduk, kalanlara selam olsun” tınısını vurur kulağıma. Dedim ya bir mevsimim yok ama sonbahara karşı bu düşüncelerimden belki başka mevsimleri ve belki de başka sonları kaçırırım.
Yazın tam ortasında sıcaktan insanların yürümeye dahi hicab duyduğu bir havada, tüm meyvelerin bol, eriğin kütür kütür, kirazın sulu ve mayhoş, dutların dal diplerini doldurduğu, karpuzun bile gelmeye göz kırptığı bir zaman diliminde minik bir tohumdan kocaman bir baş vermiş her bir başağında yeni nice tohumlar barındıran “buğday”… Gözümün nuru, kalbimin süruru buğdaydan bahsedeceğim size.
Herkesin pür-i sürur olduğu bir dönemde sarararak kimsenin dikkatini çekmez. Sonbahar ömrün ikindi vakti ise, mayıs sonu-haziran başı ömrün neresine tekabül eder ki? Göz önünde olmadan olgunlaşır, sararır ve güce kurban olup yitip gider. Belki de yazın en verimli zamanında ayrılır aramızdan.
Hatırası hep damağımızdadır. Bizi hiç bırakmaz. Göz önünde olmasa da hep yanımızdadır. Kimse bilmez damağımıza bu lezzeti bırakan kimdir nedir nerededir?
Güce kurban olan buğday taneleri işlenmek için yola çıkıp giderken geride sapları kalır. Düzenli bir şekilde toplananlar yem olmak üzere balya haline getirilir, yem olmak üzere götürülür. Geride ise toprağa dikili kalan kısa saplar kalır bir de toplama esnasında kırılmış dikili bir toprağı dahi olmayan ne yem olmuş ne buğday olmuş ne de kurda kuşa yem olmuşluk vardır onlarda. Rüzgârdır arkadaşları onların. O rüzgâr eşliğinde oradan oraya savrulur giderler. Ne adları anılır ne de gittikleri yerlerde tanınırlar.
Onlar birilerini taşırlar daima, üste taşırlar. Bir buğday tanesini başak haline getirmek için olanca gücüyle ayakta dururlar. Başakların ayrılma vakti geldikten sonra amaçsız kalırlar. Kimse onlara sen olmazsan bu başaklar olmazdı, ayakta kalamazdı demez. Savururlar bir kenara. Rüzgâr amaçsız kalanların yeni yoldaşıdır. Beraber yeni nice yollar almaya başlayacağı yoldaşıdır.
Yaz ayının süruru içerisinde olması da ayrı bir acı halidir. Ne eylül ile ilintilendirilir bu durum ne de sonbaharın romantizmi ile. Kimsenin ilgilenmediği özel bir dönemi, özel bir mevsimi vardır. Taşımak için, yetiştirmek için, olgunlaştırmak ve sonra kırılmak için.