Şüphesiz ki bu soru yıllardır hatta yüzyıllardır sorulmakta. Aydınlanma öncesi bu soruyu sormak bile “canınıza kastınız var” anlamı teşkil ediyordu. Aydınlanma çağına ulaşmak için çok kan döküldü.
Aydınlanma çağı ile beraber geçmişten intikam alırcasına bir daha duygu, his ya da türevleri dahi kullanılmadı. Bu süreçle beraber aydınlanma taraftarları postmodern dönemden intikamını aldı.
Postmodern dönemde ruhunu, hissini, duygusunu ön plana taşıyan hatta bu maddeleri kendisine tanrılaştıranlara karşın, aydınlanma ile birlikte bu tanrıların yerini akıl ve bilim aldı.
Tabii bu konuyu postmodern çağdan itibaren aydınlanabilme ve aydınlanma olarak ele alınsa daha yararlı olacağı kanaatindeyim zira batı takriben bin yıl süren bir mücadelenin ardından bu pozitivist yaklaşıma gark olmuştur.
Bugün bu başlıktaki soruyu Türkiye ve dahi İslam coğrafyasında sormanız bile bir tartışma sebebidir. Kendi sınırlarımızda akılcı, duygusalcı ithamları bile belli merkezlerin cephe savunusunda kullanılan bir jargon haline gelmiştir.
Bu sorunun cevabını herkes inancı gereği bittabi verebilir. Bu bağlamda ben inancımdan sebeple Allah’ın bu konuda bizlere neler söyledigini anlamaya çalışırken geçmişten verilen örnekleri “gezip dolaşmadılar mı” ve benzeri ayetlerin aslında bizlere akıl mı duygu mu değil de temelde “iyi mi kötü mü” sorusunun cevabını verdiğini düşünüyorum. Neden böyle düşünüyorum; çünkü Kur’an’da tam 13 yerde “gezip görmeye” çağrı yapılmıştır. Örneğin; “De ki: Gezip dolaşın yeryüzünü; görün suçluların o feci akıbetini!” (Neml, 69) Suçluların, riyakarların feci akıbetinden bizlere dersler sunan Allah, bu ayetle de bizlere aklı veya duygusuyla hareket etmiş ancak tarihin tozlu raflarında kalmışlara dem vurur. Bu bağlamda kötüler ve kötülerin diyarı ibret-i alem için gezilir, iyi ve iyilerin diyarı ise numune-i imtisal amaçlı gezilir. Ve yine bizi gezip görmeye teşvik eden Allah:
“Onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat sağırlara, akıllarına kullanmıyorlarsa sen mi duyuracaksın? Onlardan sana bakan da vardır. Fakat görmeye (gayret) etmeyen körleri sen mi doğru yola ileteceksin. Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez fakat insanlar kendilerine zulmederler.” (Yunus,10:42-44) “Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu o cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, onunla anlamazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (Â’raf, 7:179)
“Kendilerine kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri [cezadan kurtulmaları için] onlara bir fayda sağlamadı. Zira Allah’ın ayetlerini [sürekli olarak] inkar ediyorlardı. Alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatırverdi.” (Ahkaf, 46:26) anlamak için aklın da yeterli olmayacağından bahsederken aslında kısa bir nükte ile alemdeki açık seçik ayetleri okuyamayanların, anlayamayanların Kur’an ayetlerini de anlayamaya vaki olamayacağından bahseder. Ve İmam Gazali der ki: “Bil ki akıl ancak din ile hidayete erebilir.”
Şüphe yok ki aklın çalışma programı hayli yoğun. Bu sebeple sevabı mı yoksa günahı mı çoktur bilemeyiz. Ancak insanlara daha iyi bir yaşam için usturlab’ı, matbayı, buhar gücünü bulan da akıl. Süleymaniye’yi, Emevi camini, Elhamra sarayını inşa eden de akıl, milyonlarca insanın ölmesine sebep olan kitle imha silahları üreten, kavgayı hep bir tarafta tutan ve bu bir tarafta kalıp hep aynı oyuna gelen de akıl… Dolayısıyla mevzu bahis bir akıl var ama bu kadar derinlemesine fark nereden kaynaklanıyor?
İnanıyorum ki her akıl iyidir. Ya da iyi olarak var olur. O aklın yaşadığı hayat ya da coğrafya onun gelecek aklını yönlendirir. Bu bağlamda aklı kötünün cazibesinden, kötünün şehvetinden korumalıyız. Akıl ve erdem’e dayalı bir yaşama biçimi inşa etmeliyiz. Aydınlanma düşünürleri gibi aklı mutlaklaştırmaktan postmodern düşünürler gibi aklı sosyo-kültürel ve ekonomik süreçlere indirgemekten uzak durmalıyız.
İnsan olarak yaptığımız; sonlu olanı mutlaklaştırmaktan sonsuz olanı ise izafileştirmekten kaçınmalıyız. Şüphesiz ki başı olanın bir sonu vardır. Bu bağlamda dünya ve onun içindeki her şey geçici ve sonludur. Mutlak olan ise ancak Allah’tır. Mutlak, sınırsız, sonsuz ve ebedi olanın Allah olduğunu kavrayan akıl neyin fani, neyin sınırlı, neyin de tâli olduğuna kanaat getirecektir. İnanıyorum ki akıl ve onu taşıyan insan iyi meşreplidir. Ve bir gün iyilik kötülüğe, iyi hisleri ve iyi aklıyla galebe çalacaktır.