Bir yumruk vursa duvar yıkılırdı ama canının yanmasından intiharı düşünmezdi. Ayağına diken batsa kıyameti gelirdi. Hayata karşı mutluydu ama zevk almıyordu. Çayına şeker hiç atmazdı. Bundan da hiç memnun değildi. Alışmıştı bir kere. Bu durumu alışkanlıkların en sağlıklısı ve faydasızı olarak tanımlıyordu. Erken yatmayı ve geç kalkmayı sevmezdi. Onun için yeni bir dünya düzeni oluşmalıydı. İnsan varlığının bir şaheser olduğundan bahsederdi ama eksik yanlarını söylemekten kendini geri çekmezdi. Mesela bir keresinde “burundan soluduğumuz havanın beyine gitmeden sinüs boşluklarında süzüldüğünden bu boşluklarda iltihaplar oluşuyor, bu iltihabı akıtmanın çaresi malesef yok” demişti. En acısı da maksiller sinüste oluşan iltihapmış, çeneye vuruyormuş. Çok konuşmak ile alakası yok. Değerli birisi Ben Yusuf bakkalın sahibi Ali Dayı. Bakkalın adının kardeşleri tarafından kazıklanması ile alakası varmış. Şimdilik mahallenin değerli meraklıları konuyu bu kadar kavrayabilmişler. Birazda merhametli. Ekmeği sadece bir lira kar koyarak satıyormuş, gariban yesin diye. Ben ekmeği süper marketten alıyorum. Daha ucuza geliyor. Kendisi ekmeği günde en fazla üç kasa alabildiğinden marketler ile yarışamıyormuş. Her gün bir ekmek kuşların rızkıymış. İyi insan olmak gerekliymiş. Bir gün bana yaratılışımızın şifrelerinden bahsetmişti. İnsan kelimesi “unutan varlık” anlamına gelen “insiyan” kökünden türemiştir demişti. Nereden geldiğini unutan. Haklı bulmuştum. Dünya üzerinde tahmini var olan 8 milyar insana nereden geldiği sorulsa hiç kimse hatırlamaz. Çünkü unutmuştur. Bu durum bakkalın söylediklerini haklı kılar nitelikteydi. Bakkalın adı neden Ben Yusuf diye sordum. Babasının ikinci evliliğinden doğan tek çocuğuymuş. Üvey kardeşleri tarafından hep dışlanmış. Hatırladığı kadarıyla babasının da kendisini pek sevmediğini söyledi. Bir süre sonra dayanamamış evden ayrılmış. Annesi kendisiyle beraber gitmedi diye ona çok kızgınmış. Annen nerede diye sordum. Eliyle karşıdaki 3 katlı binanın birinci katını göstererek; “Annem orada kalıyordu ben bakkalda. Ne kadar kızgın olsam da anamdı benim. Babam ben evden ayrıldıktan 15 sene sonra vefat etti. Şu yaşıma geldim bir kere bile mezarına gidemedim. Ayaklarım gitmedi. Annem ise gelip beni buldu. Epey yaşlanmış. Kendisine kızgın olsam da bakkalın karşısından kendisine bir ev tutmuştum. Bende şu arkadaki odaya bir kanepe attım orada kalıyorum” dedi. Böyle zamanlarda sadece susulur. Akıl verilmez, fikir verilmez, tavsiye verilmez. Hiç üstüne basmadığın toprakların yumuşaklığı hakkında bilgin yoksa o konu hakkında susmak en iyisidir. Ama çok üzülmüştüm, kahroldum. Bu nokta öyle acı dolu bir nokta ki kendinden bir şeyler verip ikram etmek istesen acısını hafifletmek adına fayda sağlamaz. Kendi hikayemde onun acısından büyük değil ki anlatıp bastırabileyim. En iyisi çok güzel susmak dedim. Benim suskunluğumu bozamayacağını düşündüğünden kendisi devam etti. “Annem karşıdaki evde kalıyordu demiştim şimdi nerede diye sormayacak mısın?” dedi. “Sormayacağım” dedim. “Çok hüzünlüyüm”. “Annem beni bulduğunda 4. evre pankreas kanseriymiş. Dünyadan umudunu kesmiş. Hayatımın son günlerini ailem ile beraber geçireyim demiş. Bana bundan hiç bahsetmedi. Bahsetseydi sarılırdım sıkıca. Bahsetseydi bakkalda uyumaz gider dizinin dibinde uyurdum. Elinden yıllar sonra sıcak yemek yerdim. Varımı yoğumu satar tedavi ettirirdim. Şimdi o dairenin içine hiç giremiyorum. Öldüğünde eşyalarını toplamak için girebildim sadece. Bir ev çocukluğumda ki hatırladığım o ana gibi kokar mı hiç? Şimdi evin dibinden yürüyerek geçecek olsam burnumun direği sızlıyor. O camdan bakkalı gözlerdi saatlerce. Bir kere dönüp bakmazdım. Şimdi ben bakıyorum kimse yok. İnsan unutan varlık demiştim ya, bazı acıları unutamaz insan. Son günlerinde, son hastalığında yardım edemedim kendisine. Yanında olamadım. Yaşasaydı şimdi ellerini ayaklarını öperdim. Çocukken patates kızartmasını çok severdim. Ana derdim patates kızart bana, eski günlerdeki gibi. Ama şimdi yok”. Gözlerim dolmuş burnumun direği sızım sızım sızlıyordu. Derin nefes alarak gözlerimden akacak yaşları amorti etmeye çalışıyordum. Söyleyecek bir şey bulamadım. “Bundan sonra ekmeği senden alacağım Ali Dayı” dedim. Sarıldık, ağladık..