İnsanı tanımayan ve insanlığı algılayamayan bir zihin yapısı inançlar, ibadetler ve dini yaşantı konusunda sorun yaşamaya devam edecektir.
İçinde bulunduğumuz Ramazan ayında ve dini duyguların güçlendiği dönemlerde kısır tartışmalar ve sunumlar klasikleşmiş durumdadır.
Teravih namazı var mı yok mu?
Teravih namazı 20 rekât kılınmak zorunda mı?
Peygamber Efendimizin böyle bir uygulaması oldu mu?
Mukabele okumak bid’at midir?
Gibi sorular öze dönüş çabaları ve motivasyonları için her zaman önemlidir.
Özü ve orijinali bulmaya dair arkeolojik çabalar için iki konu sorunludur ve mücadele edilmelidir:
- Dinin aslında bulunmayan uygulamaların uydurulması ve dine sokulması
- Dini uygulamaların ve ibadetlerin şekilsel olarak standart hale getirilmesi ve sayılar ile ifade edilmesi
Dinin orijinalini tespit etmeye çalışan ve bunu devam ettiren, anlam/derinlik öncelikli bakış açısına sahip olan bu kesimi anlıyorum ve fakat bakış açılarını dar olmakla değerlendiriyorum.
Orijinalin yeniden ilk baştaki gibi uygulanma idealini gerçekçi bulmuyorum. Bu çabalar sonucu ortaya çıkan görüntü, içinde bulunduğu dünya ile uyumsuz ve eğreti; en önemlisi bütünsel bir yapıya sahip olamayacağı için orijinal hale de tam olarak benzemeyen bir mutasyon gibi gözükecektir. Dolayısı ile içinde bulunulan zaman ve mekan ile temastan sakınan ve fakat orijinal asra da benzemeyen zorlama bir yaşam tarzı ortaya çıkacaktır. Her şeye rağmen insanların ideallerini ve çabalarını kendilerine bırakmak en iyisi olacaktır diye düşünüyorum. Çaba da külfet de herkesin kendisini ilgilendirir nihayetinde.
İkinci olarak ele almak istediğim başlık Teravih Namazı (“Kıyâmu-u Ramazan” – “Ramazan gecesi namazı”) örneği olacaktır.
Ortada bulunan iddialar birden çok ve farklıdır. Bazen zıt ve çatışmalı ve bazen de çelişik olmaktadır bu iddialar.
İddiaları şu başlıklar altında toplayabiliriz:
- Peygamber de teravih namazını Ramazan ayına özel kılmıştır. Sadece sonraları farklı zorluklara yol açma endişesi nedeni ile bunu cemaatle (birkaç gece hariç) kılmamıştır.
- Peygamber günümüzdeki şekli ile teravih namazı kılmamıştır ve fakat Ramazan ayında ibadetin yoğunluğunu, miktarını arttırmıştır.
- Peygamber zaten gece ibadetini düzenli olarak kılmaktaydı. Ramazana özel yeni bir namaz kılmamıştır. Sadece iftar sonraları bunu mescitte devam ettirince yeni ve ekstra bir ibadet olarak algılanmıştır.
- Günümüzdeki şekli ile teravih namazının cemaatle kılınması Hz. Ömer’in uygulaması ile şekil kazanmıştır. İşin sonunda genel uygulama artık Hz. Ömer’in öncülük ettiği iddia edilen 20 rekât halinde cemaatle kılınan uygulama olmuştur.
Başlıklardan anlaşılacağı üzere her kesimin savunduğu veya karşı çıktığı konu ayrı ayrı olmuştur. Günümüzde bunun tartışma sahasında kalmasının asıl sebebi ise Teravih namazının mescitlerde -cemaat halinde- 20 rekat olarak kılınmasıdır. Uygulamanın bu denli geniş ve şekilsel olarak sabit olması tarafların ayrışmasına ve tartışmanın devam etmesine neden olmuştur hep.
Ancak ben isabetli görüşün peşinde değilim. Peşinde olduğum konu:
- Din/dinler uygulamalarını neden sistematize etme ihtiyacı hissetmiştir?
- Dine ait uygulamalar orijinal halinde sistematize edilmemişse bile neden sonraları bu şekli almıştır.
Taraflı ve kişisel bir yorum olarak kabul edilecek olsa da dinin özü, Allah’a kul olmak ve dünya hayatını bu eksen etrafında organize etmektir.
Yaratanı bilmek/tasdik etmek ve yaratılmış olmanın farkında/bilincinde olmak neden yetmemiş de kulluk, sistematize edilen uygulamalar etrafında şekilsel bir yapı haline getirilmiştir?
İslam’ı ve Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e İslam Tarihini temel alırsak;
Kul olduğunu kabul etmek yetmemiş de neden günde 5 vakit farz namaz? Neden isteyen 1 vakit isteyen 21 vakit değil de tespit edilmiş 5 vakit?
Namazların 2-3-4 rekât halinde olmaları…
Neden yılda bir kez bir ay oruç?
Şeytan taşlamada 7-21-28-49-63 taş sayıları
Safa ile Merve arasında 7 kere gidip gelme
Tavaf/Kâbe’nin etrafını 7 kez dönmek…
Dinler tarihine aşina olanlar bilir ki, bu sayılar sadece İslam’da değil dünya üzerindeki tüm dini uygulamalarda mevcuttur.
İşin özü şu ki, dinin/vahyin kendisi dini uygulamaları/ ibadetleri sayılar ve şekilsel uygulamalar üzerine bina etmiştir. Salt duygusal hisler seviyesinde bırakmamıştır.
Dinin orijinal halinde (Peygamberin hayatta olduğu dönemde) bu sayısal tespitler ve şekilsel ayarlamalar yoksa bile sonrasında kendiliğinden bir şekilde insanlar/dinin takipçileri sayısal-şekilsel ayarlamalar yapma durumunda kalmışlardır.
En önemlisi ise bunların olması için özel toplantılara, çalıştaylar yapmaya ihtiyaç duyulmamıştır. Hayatın doğal akışı içinde yavaş yavaş kendiliğinden oluşmuşlardır ya da kabul görmüştür bu yeni uygulama şekilleri. İnsanı tanıyan ve insanlık hakkında fikri olanlar bunun başka şekilde olamayacağını da anlar zaten.
Çünkü bilincin dahil olacağı ve derinlik kazanacağı bir anlam bulma/fark etme becerisi çok kişiseldir. İnsanların çoğu bu aşamaya ulaşamaz ve deneyimleyemez.
Geniş halk kitlesi her daim başı – sonu – şekli – miktarı belli olan uygulamalara ihtiyaç duymuştur ve duymaya devam edecektir. Başı ve sonu, şekli ve usulü belli olan şeyler insanda emniyet hissi ve güven duygusu yaratır. Eksik hissedenler için sayılar, şekiller, kalıplar tamamlanma hissinin basamakları ve yapı taşlarıdır.
Dinin özü kulluktur ve fakat ayakta kalması/ devamı tevhide/ birliğe/ birlikteliğe dayalıdır. Şekilsel uygulamaların, sayısal belirlemelerin olmadığı bir yerde ortak hareket etme imkanı ve dolayısı ile tevhitten bahsetmek mümkün değildir.