Malumunuz, pandemi/salgın dolayısı ile cuma namazlarında iki şey değişti. Birincisi artık imam “safları sık ve düzgün tutalım, cep telefonlarımızı kapatalım!” demiyor; bunun yerine “sosyal mesafeye dikkat edelim ve birbirimizden uzak duralım!” diye namazdan önce rutin uyarısını yapıyor.
İkincisi insanlar güneşten kaçıp cami içinde namaz kılmak yerine bahçede namaz kılıyor.
Benim de bu süreçte, her cuma namazı gözlemlediğim bir durum/sorun var. Hatta bu süreçte farklı camilerde ve farklı şehirlerde aynı durumu/sorunu gözlemledim, ki o da şudur: Aynı bahçede namaz kılan cemaat bir türlü aynı yöne/kıbleye dönemiyordu. Hatta bir cami bahçesinde bir kişi safın biraz da önüne seccadesini sermişti ve imam ile 90 derece farklı yöne dönmüştü.
Genel olarak da bahçede zeminin dengesiz olması, çukurlar, ağaç gölgelerine sığınmaya çalışma birçok kişinin kıblesinin birbirinden farklı olmasına sebep oluyordu.
İlk bakışta bu durumu yadırgayabilir ve hatta insanlara kızabiliriz. Aklını kullanmama, umursamazlık ile suçlayabiliriz insanları. Lakin bu durum toplumun genelinde de görmeyi arzu ettiğim “Tevhidi” sorgulamama ve biraz daha düşünmeme neden oldu.
Tevhid: Tek ve bir olmak, birlemek, birleşmek, aynı şey etrafında toplanmak, yaşamı Allah’a dayandırmak-bağlamak,”Bir” olanın etrafında birleşmek gibi çağrışım ve anlamları vardır. Ve burada tevhidin en somut hali de cemaat ile namazdır. Tek imam/önder eşliğinde aynı kıbleye dönerek aynı Allah’a ibadet etmek. Yek vücut. İşte Tevhid! diye namaz üzerine harika, sloganik kitaplar bile yazabilirsin.
Ama nedense o cami bahçelerinde ( ne gariptir ki, aslında doğal olarak, cami içinde sorun yok) bu tevhidi bir türlü gerçekleştiremedik. Belki hepimizin bir gerekçesi vardı(çukur, gölge, camiye bakarak kişisel karar verme…) ve bu nedenle aynı yöne dönemedik. Burada bu sorunu anlıyorum. Ancak merak da ediyorum; bu yaşadığımız sorun sadece bununla mı sınırlı yoksa doğası gereği toplumsal alanda tevhidi gerçekleştirmenin kendisi de sıkıntılı mı?
Muvahhid bir birey olmanın yöntemi ile Muvahhid bir toplum oluşturmanın yöntemi aynı mıdır? Yaşadığım o Cuma namazları deneyimi sonucunda ulaştığım sonuç: “Hayır aynı değildir!” Toplumda tevhidi gerçekleştirmenin dinamikleri bireyin Muvahhit olmasının dinamiklerinden farklıdır. Aynı anda aynı yöne dönmenin, aynı şeyi aynı şekilde yapmanın tek şartı aynı şeye inanmak değildir. Bu durumda o kitleyi zorlayacak, yönlendirecek ve yanlışları düzeltecek bir öndere/imama ihtiyaç vardır. Ayrıca, kitlenin gözle görülür kurallara da ihtiyacı vardır. İmam, Önder, zorlayıcı unsur ve somut kuralar yoksa tevhid ve birliktelik ortaya çıkmaz. Dolayısıyla aynı inanca sahip bile olsalar kitlede aynı davranışları göremeyiz. Anlaşılacağı üzere toplumsal anlamda Tevhid’in en önemli ya da belki ikinci şartı devlet, Önder ve zorlayıcı yasalardır.
O zaman günümüzde Müslümanlar arasında tevhidi beklemek beyhude ve gerçekçi olmayan bir bekleyiş midir?
Şartlar ve zorlayıcı bir durum karşısında kişisel tercihler, insanlararası farklılıkları ortaya çıkarır.
Bahçede zeminin farklı olması, çukurlar, ağaç gölgeleri birçok kişinin kıblesinin birbirinden farklı olmasına sebep oldu. Buna engel olmanın tek yolu birisinin gelerek yerlere işaret koyması ve saflar arasında dolaşması idi. Ancak olayın doğal akışı içerisinde süreç, kişisel tercihlere kalınca; bariz farklılıklar ortaya çıktı. Günümüz dünyasında dini yaşantı bir açıdan böyledir. Yani insanların trafik kurallarına uymasındaki birliktelik ve trafik kurallarının standart olması ile “dini yaşamdaki” birliktelik ve standartlar aynı olmaz. Dini konularda toplumdan böyle bir şeyi bekleyemeyiz.
Hatta, diyebiliriz ki tevhidi sağlamada; yani toplumsal birlikteliği sağlamada dinin belirleyici rol üstlenmesi de değişti ve işlevini kaybetti. Çünkü dini yaşantı bireyselleşti, İnsan tipi bireyselleşti; aile ve değerlere bağlı toplumsal birliktelik de değişti ve hatta dağıldı.
Kitleyi bir arada tutan ve merkezi otoriteye itaatini sağlayan manevi gücün yerini devlete ait yasalar, varsa ideolojiler ve modern enstrümanlar aldı.
Dolayısı ile bu ortamda ve dünyada, “Tevhidin Toplumsal Yansımalarını” (Ortak hedef, ortak amaç, ortak yöntem, ortak hareket ve refleksler vb.) bekleyemeyiz ve hatta amaçlayamayız. Amaçladığımızda ise din/tevhid hareketi ideolojileşir. Çünkü o hareket/algı/beklenti sadece belli bir grubun hareketi olarak kalmakta ve hatta diğer kesimlere dayatılmaktadır. Günümüz dünyasında, İslam(!) Toplumlarında gruplar, klikler, cemaatler, vakıf ve dernekler arası iletişimin çatışma şeklinde seyretmesi de bundandır.
Âli İmran Suresi 31. Ayette; De ki, Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin…
buyurmaktadır. Yani Allah’ı sevin, ancak Peygamberine uyun. Peki, herkesin iliklerine kadar bireyselleştiği bu dünyada gruplar kimi önder olarak kabul edip onun etrafında toplanacaklardır? Yani manevi/dini/yasal/sosyal imam kim olacaktır?
Bir açıdan her grup ve cemaatin hayali ya ümmete imam olmaktır ya da sevdiği imamı başkalarına önder olarak kabul ettirmektir.
Bu açıdan günümüz dünyasında, yaşadığımız toplumda tevhidi bir hareket, dini bir birliktelik bekleyemeyiz. Tevhid ehli bireyler olarak, toplumun genelinin bizden farklı düşünmesine, farklı inanmasına, farklı hareket etmesine alışmalı ve saygı duymalıyız.
Aile bile baba veya anne olmadan birlikteliğini sürdüremez. Kaldı ki ümmet…
Peki bu sorunun çözümü başımıza geçecek bir Halife bulmak mıdır?
Hiç zannetmiyorum!