“Cehennem acı çektiğimiz yer değil, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir.”
Hallacı Mansur
Hikayemi biliyorum ve değerli görüyorum. Sorun galiba sadece kendi hikayemize takılıp kalmamız. Bizim dışımızdaki dünyada neler oluyor diyemememiz. Ben çok acı çektim, ben çok hastalık gördüm, ben kötü evlilik gördüm, ben kayıplar gördüm. Ben, ben, ben.
Hastanede sıradayım, benim gibi bir sürü kadınla beraber beklemekteyiz doktorumuzla görüşmeyi. Kadınlar aralarında sohbet başlatıyorlar. “ Senin neyin var? Benim şuyum var” minvalinde devam ediyor konuşmalar. Kimse birbirinin hikayesini dinlemiyor aslında. Kendi hikayesi sorulsun diye sohbet açıyor. “Ben çok çektim” diyor biri; diğeri “ben de “ diyor” başlıyor anlatmaya. Kulak ilginç bir organ; pek laf, söz dinlemiyor. Gözlerinize hakim olabiliyorsunuz ama kulak sizden bağımsız hareket ediyor. Anlatıyor kadınlar dertlerini, kulaklarım dinliyor. Hallerinde dertlerine tapınma hali var.
Bazen insanın zihni insana oyunlar oynar ve abartır hikayesini, süsler, dramatikleştirir. Bu süreçte gözlerimizi kendi filmimizi izlemekten alamazsak, hayat hep bize çelme takıyormuş gibi algılamaya başlarız.
Arada mola versek kendi filmimizi izlemeye ve başkalarının hikayesine nazikçe baksak, hırpalamadan, sorgulamadan, hoyrat yanlarımızı törpüleyerek… Onu o yapan hikayesini merak etsek…
Etrafımızdaki insanları düşünelim; bakalım neler yaşamışlar ya da yaşıyorlar hâlâ, kaç kez düşmüş ve kaç kez kalkmışlar. Nelerle baş etmiş, neleri kaldırmışlar. Kimsenin hikayesi çöp değildir. Birbirimize karşı göstereceğimiz en büyük nezaket birbirimizin hikayesini görmekle başlar. Aksi en büyük kabalıktır.
Hayatının, acılarının, hüzünlerinin, kayıplarının, sevinçlerinin, görülmediği bir yerde kimse öz beninin görüldüğünü savunamaz.
Bilim insanları bir deneyde iki gruba ayırdıkları bebeklerden birinci grupla her açıdan ilgilenirken diğer grubun bakım dışında (sevgi, ilgi, alaka) hiçbir ihtiyacı giderilmiyor. Birinci grup gelişimini normal sürdürürken diğer grup tek eksikleri sevgi, ilgi, alaka olmasına rağmen gelişimini sürdüremiyor; hatta kayıplar veriyor.
Dünyaya kuş bakışı bir bakış atsak ne görürüz bir bakalım mı? Batıya baktığımızda hiçbir eksikleri yok diyeceğimiz insanların en büyük sorunu görülmemek, yalnızlık ve takibinde uyuşturucu bağımlılığı.
Ve dünyanın diğer yarısının yaşadığı yüzyılın kavimler göçü. Dünya bir kez daha yer değiştiriyor. Bu göçe katılan her bir insanın hikayesi var. Göç hikayesi. Göç hikayeleri nasıldır bilirsiniz; acı, dram, hüzün kokar. Ama dünya ezilmişlerin hikayesini duymak istemiyor. Yine aynı sebep; kendi hikayeleriyle meşguller. Dram filmlerinin ciddi bir bölümü Yahudi soykırımını anlatır. Aradan geçen yüzyıla rağmen hâlâ onları görmemizi onlara ağlamamızı isterler. Tabi ki hikayeleri değerlidir ama dünya acılarına çok daha yenilerini ekledi. Çok değil en fazla yüzyıl içinde savaşları görmüş ve toprağından göç etmiş insanlar, hikayenin yeni sahiplerini görmezden geliyor.
Acıların da kapsama alanı var galiba, evimizde yaşadığımız bir acı yan komşuya sızmıyor. Sizin sokakta yaşanan bir acı diğer sokağı etkilemiyor. Artık çok gerilerde kaldı komşunun cenazesi var diye düğününü erteleyenler. Nedendir bizi biz yapan ögeleri tek tek terk ediyoruz.
Acısı, hikayesi olan herkesi tasnif etmeye ve ona ilgili yere kapamaya çalışıyoruz. Her şeye bir tanı koyma merakımız da bu yüzdendir belki. Hasta mısın? Hastaneye. Yetim misin? Yetimhaneye. Yaşlı mısın? Huzurevine. Mülteci misin? Mülteci kamplarına.
Kaçmak manasız, acı sizin kapınızı ne vakit çalar, pencereden ne zaman sızar bilinmez. Bilmeliyiz ki acının da bir rengi var. Acı, huzur, düşünce, empati, sevgi, gökkuşağının ana renkleri gibidir.