“Kişiye ve Tarihi şahsiyete dayalı sistemler çağımız dünyasında çöktü; çökmeye devam ediyor.
Kişinin şahsından/şahsiyetinden ve söylemlerinden hareketle oluşturulan değerler sistemi geleneksel yapı içerisinde nesilden nesile aktarılır; bu değerler sistemi üzerinden oluşturulan kimlik bilinci insanları bir arada tutardı.
Günümüz dünyasının revaçta olan kriterlerine göre gelişimini çağın yapısına henüz uydurmamış (popüler tabirle modernleşememiş ve gelişmemiş) ülkeler hala bu tarihi şahsiyetlere tutunmaya, devlet ve toplumsal birlikteliği bu şahsiyetlerin davası ve ismi etrafında sağlamaya çalışmaktadırlar. Ancak gözlemlerimden yola çıkarak bu çabalarının işe yaramadığını ve yaşadıkları sorunları çözemediklerini söyleyebilirim. Belki belli bir yaşın üstündeki kitleyi duygusal olarak etkileyebilirler; ancak özellikle genç nesle dokunabildiklerini düşünmüyorum. Dolayısı ile sistemlerini ideoloji üzerine hala oturtmaya çalışan devletler de sarsılmaya devam edeceklerdir.
Şahsiyet ve Onun etkisi kişiyi/kitleyi duygusal olarak yakalar, dirençlerini kırar ve iletişime hazır hale getirir temelde. Ancak ilk tanışmanın etkisi ve başka bir tabirle işin büyüsü zamanla azalır. Günlük yaşamın meşguliyetleri, yaşamın zorlukları, ilişki sorunları, ekonomik sorunlar baş gösterdiğinde duygular tek başına yetmemeye başlar. Kendi kitlelerini/vatandaşlarını şahsiyet temelli/ülküdaşlık üzerinden yönetmeye devam eden devletler bu nedenle sorunlarına kalıcı çözüm üretemiyorlar.
Benzer bir sorunun dinlerde ve dini bilinçte de yaşandığını söyleyebilirim. Dini bilinç de, özelde Müslümanlar da hala sitemlerini, örgütlenmelerini “değerlere” ve başta Peygamber Efendimiz (a.s.) olmak üzere “şahsiyete” dayandırmaya çalışmaktadırlar. Bireysel yaşamda ve ahlaki tercihlerde bu yöntem geçerliliğini sürdürmektedir, sürdürecektir de. Bir yanımız çocuk masumiyeti ile anne ve babaya bağlı olmaya ve bunu davranışa yansıtmaya devam edecektir. Ancak daha baskın yanımız hayatı onların varlığı dışında organize edecektir, etmek zorunda kalacaktır. Şahsiyet ile olan ilişki, şahsiyetin verdiği güven, onun bize olan sevgisi ve ardından ona karşı oluşan sevgi insanda vicdana dönüşür; vicdanı güçlendirir. Ancak hiçbir sistem varlığını vicdan ile devam ettiremez.
Tarih kimilerine göre “Kutsalların/Kutsallığın Anavatanıdır”, ancak bana göre tarih günü değerlendirmenin ve geleceği şekillendirmenin arka bilincidir. Tarih bize göstermiştir ki, gelecek her zaman geçmişin zorunlu devamı olmamıştır.
Bunu Adem’in (a.s.) neslinde rahatça görebiliriz.
Hz. Yusuf’un (a.s.), açlığın kokusunu geride bırakıp Mısır’ın rahatlığına kavuşan kardeşleri ve onların çocukları kaç nesil boyunca İbrahim ve Yusuf’un (Allah’ın Selamı Üzerlerine Olsun) hatırasına bağlı kalabildiler ki?
Mısırlılaştıktan ve köleliği ruhlarına yedirdikten sonra, onları Kızıldeniz’den yürüyerek geçiren Hz. Musa’ya (a.s.) olan sadakatlerine tarih şahittir. Ne asa, ne yed-i beyza ve ne de tabletler, hiçbiri yetmedi onlara.
Hz. Nuh (a.s.) yıllar boyunca elleri ile karada gemi yaptı. Gemiyi de tufanı da gözleri ile gördüler. Peki, acaba bu hatırayı, minnet duygusunu ve Hz. Nuh’un şahsiyeti etrafında sağlayacakları birlikteliği kaç nesil devam ettirebildiler.
Hz. Meryemin temizliği ve Hz. İsa’nın (a.s.) babasız doğuş mucizesi yetmedi de Hz. Muhammed’in (a.s.) risaleti ve ÜSVE-i HASENE oluşu mu yetti sanki? Yeryüzünde yürüyen cennetlikler ve gönüllerin hala görmeyi arzu ettiği şahsiyetler olabildiler. Lakin kılıçlar ve savaş atları Muaviye, Emevi ve Abbasi sistemi için hareket etti. Maksadım onların İslamiliğini sorgulamak ve indirilen dinin o olmadığını belirtmek değildir.
Söz konusu sistem, devlet, toplumsal örgütlenme, siyaset, ekonomi, ticaret, sanayii, teknoloji, üretim olduğunda tarih bize göstermiştir ki, “Şahsiyetler” ve onlardan kalan değerler mirası yetmemektedir.
Bu nedenle, Müslümanlar için tarihi şahsiyetlerinden ve dini değerlerinden vazgeçmeden yaşadıkları zamana hitap edecek sistemler kurma hala bir soru ve aslında sorun olarak kalmaya devam etmektedir.
Son söz olarak unutulmamalıdır ki hatıraların etkili olmasını sağlayan şey onları hatırlamak değildir. O hatıraların duygusal dünyamızda meydana getirdiği kıpırtıdır. Hangi duygu geçen uzun zamana, değişime dayanabilir ve etkililiğini sürdürebilir ki?