Farklı yazılarımda da dile getirdiğim gibi, Peygamberler ile kavimleri arasındaki uyum bende hep hayranlık uyandırmıştır. Bunun son örneğini Peygamber Efendimizde de (Allahın Selamı Üzerine Olsun) görüyoruz. Hira/Nur mağarası ve inziva/itikaf ile ilgili bilgileri Efendimizin nübüvvet öncesi döneminde ve hatta dedesi Abdülmüttalip’te görmekteyiz. İnzivadan Namaza geçişi ve Namazın, Mekke’li Müşrikleri Şahsiyetli Mü’minlere çevirişini yazmaktır bu yazıdaki maksadım.
Mustafa İSLAMOĞLU’nun görsel ve yazılı metinlerinde işlediği ve esinlendiğim, Asr suresini de referans alırsak İslam Vahyinin eğitim modelinde şöyle bir tertipten bahsedebiliriz:
- Şahsiyetin arındırılması ve terbiyesi
- Ferde/bireye “takva” adı altında bireysel sorumluluklar yüklenmesi ve bencilliğe karşı “benlik” sahibi olmasının sağlanması
- Bireyden bireye ve bireyden topluma doğru bir terbiye yolunun takibi
- Toplumun terbiyesi ve inşa edilmesi
Vahiy Arabistan-Mekke toplumuna yani Cahiliyye Toplumuna inmişti. Cahiliyye Toplumu, kendine özgü bir ahlaki geleneği ve davranış tarzı olan, bir düşünce ve inanç sistemine sahip olan; kendine ait yasaları, toplumsal düzeni, kurumları, tarihi, kültürü olan bir toplumdur.
Kur’an bu toplumu değiştirmeye çalışırken:
♦ Bilgi ve Düşünce Sitemini değiştirmiştir: “Bilgi nereden alınır, doğruya nasıl ulaşılır, bilinen alem ve gayb alemi hakkında nasıl bilgi sahibi olunur” gibi sorulara cevap vermiştir. Ayrıca muhatabına, hilm sahibi olmayı; tedebbürü-tefekkürü-tezekkürü ve tefakkuhu tavsiye etmiştir.
♦ İman ve Ameli devreye koymuştur: Yani bilgi ve bilme durumundan Tasdik durumuna, oradan da amel boyutuna geçmiştir.
♦ Toplumun Dilini ve Kavramlarını Düzenlemiştir.
- Din İyilik İman Hayır
- İbadet Kötülük İslam Görme
- Hayat Rabb İhsan İşitme
- Ölüm İlah Karanlık Akletme
- Zenginlik Tehlike Aydınlık İzzet
- İflas Kurtuluş Kazanma Zillet
♦ Yani geldiği topluma ve insana bir değerler ve referanslar sistemi sunmuştur
- Kur’an bilgi verme yöntemini kullanmıştır
- Yanlış olanı göstererek eleştirmiştir
- Düşünmeye ve eyleme teşvik etmiştir
- Tebliğ ve davet sorumluluğu yüklemiştir
Altıyüzlü yılların Mekke toplumuna inen vahyin, ilk konularından biri namaz idi. Şimdi namazı tarihsel süreci içinde biraz anlamaya çalışalım:
Ankebut Suresi/45 – Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.
- Bu ayet bir iddia olabilir?
- Garantili bir taahhüd olabilir?
- Veya verilen bir haber de olabilir?
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, namaza donuk, belli bir zamanda yapılan, kendi başına var olan ve yaşamdan kopuk bir ibadet gözü ile bakılmıyor. Tam tersine fonksiyonel, yaşam ve kişilik üzerinde etkili olan bir eylem gözü ile bakılıyor.
Özellikle Medine dönemine kadar asla klasik anlamda bir ritüel, hareketler bütünü, sınırları belli olan, kalıplara sahip yapılandırılmış bir ibadet ve tapınma şekli olarak bakılmaz namaza.
Zaten ilk dönemlerde (özellikle Risalet’in ilk 6 yılı) namazdan “namaz” olarak bahsedilmez.
- Kalk ve ağır ağır Kur’an oku (73/4)
- Rabbinin adını sabah akşam an (76/25)
- Geceleyin O’na secde et; O’nu uzun uzun tesbih et (76/26)
- Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et (20/130)
Tüm bu emir-tavsiye formları şu ayetin tefsiri ve uygulaması olsa gerek ve aslında Rabbimizin bizlerle hangi düzeyde irtibata geçmeyi istediğini de göstermektedir. Çünkü düz olarak emir kipinde “Namaz Kıl” formu ile “Ailene namazı emret” şeklinde ilk olarak Taha/132’de rastladım. (5-6. yılda) Ondan önceki ayetlerde Rabb’imizin verdiği mesaj daha farklıdır:
2/151. Nitekim Biz size, ayetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size kitabı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan, bir Peygamber gönderdik.
2/152. Artık Beni anın, Ben de sizi anayım; Bana şükredin, nankörlük etmeyin.
İslam, tıpkı Hz. İbrahim’in duasında geçtiği gibi, insanları kötülüklerden ve kirlerden arındırmak, insanlara kitabı, hikmeti ve bilmediğini öğretmek için geldi.
Vahyin başlamasının ilk yıllarında, bu terbiye hareketi ciddi anlamda namaz üzerinden yürütülmüştür dersek abartmış olmayız sanırım. Birinci yol Peygamber sohbeti, ikinci yol ise namaz olmuştur. Ama bu namaz öyle bir namaz ki;
- Allah’ı, vahyi ve peygamberi tanıma
- Rabbi anlamaya çalışma
- Allah’ın, kuluna olan sevgisini hissetmeye çalışma
- Vahiy ile haşir neşir olma
- Bireysel ve toplumsal muhasebede bulunma gibi hedefleri gerçekleştirmek için kılınıyordu. Namaza, üzerinden düşürülmesi gereken bir yükümlülük, mecburiyet ve amiyane tabirle “paçayı kurtarma” gözü ile bakılmıyordu.
Gerçek anlamda bir arınma, terbiye olma ve şahsiyet sahibi olma eylemi olarak işlev görüyordu namaz.
- Allah’ı anma, Allah’ın esmasını anlama
- Geçmişten dolayı duyulan pişmanlığı dile getirme
- Kendini hesaba çekme
- Şükretme ve Hamd etme, Tesbih ve Zikretme
- İtaatini dile getirme ve sunma (Rüku)
- Kendi varlığı dahil her şeyi geride bırakıp uzun uzun secdeye kapanma
- Daha yeni tanıdığı Rabbi ile diyaloga geçme fırsatı idi namaz.
Bunların gerçek anlamını küfürden kurtulup İslam ile tanışan biri tam olarak kavrayabilir sanırım.
(Devamı 2. Yazıda gelecek)