“İncitmemek her kişinin karıdır, incinmemek er kişinin karı” Hacı Bektaşi Veli
İncinmemek zor zanaat netekim. Hikaye odur ki; günün birinde küçük bir kız çocuğu ormanda tek başına yürürken bir örümcek ağına rast gelmiş. Ağın tam ortasında kanatlarını çırparak kurtulmaya çalışırken örümcek de rehinesine doğru yaklaşıyormuş. Küçük kız çekmiş almış kelebeği ağdan. Meğer kurtardığı kelebek iyilik perisi değil miymiş? Dönmüş asıl kimliğine kelebek. Demiş: Dile benden ne dilersen. Kız: Mutlu olmayı dilerim, demiş. Sonrasında bizim kızın kulağına eğilerek bir şeyler söylemiş iyilik perisi. Ve ömür boyu mutlu mesut yaşamış.
Kimseyi incitmeden yaşamak zor olsa da pasif iyilerin, korkak kötülerin, asosyal bireylerin, gizli psikopatların, toplum dışına itilmiş topluluk düşmanlarının, sinsi kişilik bozukluklarının dahi kolaylıkla başarabildiği bir şey. Hatta onların daha kolayca halledebildiği bir durum. Araştırmalar bize seri katillerin, istismarcıların, psikopatların bu konuda hayli uzman olduklarını gösteriyor. “İyi görünmek konusunda. Alışılagelmiş iyilik dilekleri, günaydınlar, merhabalar, teşekkür ederimler herkesin, hepimizin dilinde. Salt bunları yapsanız bile “iyi insan” oluveriyorsunuz. Konuşkansanız “içi dışı bir”, sessiz iseniz “kendi halinde”, yerinde konuşursanız, “oturup kalkmasını bilen”, neşeliyseniz, “hayat dolu” diye etiketleniyorsunuz. Hasılı incitmemek çocuk oyuncağı desek abartmış olmayız.
İncinmiş olmak, öyle hissetmek ise apayrı bir konu. Yaptıklarınızın karşılığında almadığınız her şey “sanki sipariş vermişsiniz gibi”, hissettiğiniz her tür ihmal, zorbalık, kabalık, yok sayma, dışlanma, damgalanma, hafifsenme, küçük düşürülme; incinme sebeplerimiz. Bahsi geçen konular elbette ağır şeyler. Egomuzu zedeleyen, izzetinefse ağır gelen, zülfüyâra dokunan şeyler. Bunlara bir itirazımız yok. İtirazımız yanıtlarımız üzerine olur ancak.
En ilkel tepkilerimiz olan savaşmak veya kaçmak burada güçlenme ya da baskılanma karakteri taşıyan seçimlerimiz. Elbette her zaman savaşamayabiliriz, her zaman da kaçmak mümkün olmayabilir. Ve fakat karakterimizin şerbeti tam da burada şekillenir esas olarak. Yani kaçmaya meyilliler ile savaşmaya meyilliler diye ikiye ayrılabiliriz şu halde. Kaçmaya meyillilerin karakter organizasyonunda nelerin olduğu malum: Küsmeler, çekip gitmeler, içe kapanmalar, gizil ya da açık depresyonlar, içi içini yemeler, kendini alkole ya da başka şeylere vurmalar, pasif agresif -pireye kızıp yorgan yakma- davranışlar sergilemeler hep bu karakter tezahürü sayılabilir.
Savaşmaya meyilliler de kendi içlerinde ayrılabilirlerse de genel olarak; racon kesen, ortalığı yakıp yıkan, masaya yumruğunu vuran, cezalandırma “ehliyet” ini fütursuzca kullanan, son sözü söyleyen ve ağır yaralanmalara yol açan “incitme” potansiyeli yüksek cevap sahipleri. Aslında ikisi de incinme cevapları olmasına karşın biri incindiği için daha çok inciniyor diğeri ise incindiğinden daha çok incitiyor.
İncinmenin nöropsikolojisi içinde düşünce hataları, çarpıtmaları olduğu psikologlarca çokça dillendirilir. Özetle; abartabiliriz, genelleştirebiliriz “hep öyleymiş gibi gelebilir”, kişiselleştirebiliriz, gücümüzü hafifseyebiliriz, olumsuz ve keyfi seçmeler yapabiliriz. Daha da kısacası olayı gerçekte olduğundan çıkarır devasa bir kütleye; kendimizi de onun altında kalan biçareye çevirebiliriz. Çünkü incinme korkumuz, acı duyma korkumuz, korkma korkumuz eylemselliğimizi, gücümüzü, zihinsel ve fiziksel enerjimizi baskı altına almıştır bir kere. Ve sonrasında “incinme” ile baş etmek temalı bireysel ödev çıkar karşımıza. Önceki incinmelerimizdeki tepkilerimiz, seçimlerimiz ve karşılaştığımız sonuçlar yeni durumla baş etmemizde esaslı bir kaynaklık teşkil edecektir. Önceki yanıtlarımız yaraya merhem olmadı ise önceki girdabın aynısı ya da daha acılısı bir şemsiye gibi kapatır gökyüzümüzü.
Yazımızın asıl konusuna dönersek, incinmemeyi nasıl başarırız sorusunun cevabı : İncine incine olmalıdır. İncinmeli ve yanıtlarımızı gözden geçirmeliyiz, incinmeli ve işe yarayan yanıtları daha sık kullanmalıyız, incinmeli ve yanıtlarımızı değiştirmeye azmetmeliyiz. İncinmeli ve incinebilirlik oranlarımız üzerinde gerçekçi oranlama yapmalıyız. İncinmeli ve incindiğimiz cepheleri sağlamlaştırmalıyız, incinmeli ve incitenlere verdiğimiz toleransı gözden geçirmeliyiz. İncinmeli ve incindiğimizde kafamızdan geçen deli düşünceleri “akıllı” izleme tabi tutmalıyız. Hasılı incine incine incinmemeyi öğrenmeliyiz.
Baştaki hikayenin devamında küçük kız mutlu bir hayat yaşayıp ölüm döşeğine düşünce çevresini alan ve hikayeye hakim meraklılar heyecanla sormuşlar: Allah aşkına söyle iyilik perisi kulağına ne fısıldadı? Ve kız cevap vermiş:
-Seni incitenlerin bir ayağı çukurda ihtiyarlar ya da aklı ermez çocuklar olduğunu düşün, dedi.
Öyle ya kim üç yaşındaki bir çocuktan ya da bir pirifaniden incinir? Güler geçeriz neticede.