Aslında her olaydan üç temel boyutta etkileniyoruz. Dürtüsel, duygusal ve düşünsel. Dürtüsellik; olma, olum sürecini devam ettirme ve hayatta kalma ile ilgili. Temelde bir ağaç kökünün, bir tırtılın, bir deve kuşunun varoluşsal etkilenme biçimi ile bizimki arasında hiçbir fark yok.
Buradan Evrimsel Ensefalizasyon- beyin oluşumu- süreçlerini kısaca özetleyelim. Paul Maclaine’nin, üçlü beyin modellemesine göre beyin oluşum süreci üç aşamadan geçiyor:
- Raptilien (sürüngen)
- Pallium (memeli)
- Neopallium (homo sapiens)
Ve bunların bizdeki kalıntıları ve oluş yerleri: - Raptilien: Beyin Sapı
- Pallium: Alt beyin
- Neopallium: Neo korteks
Ve bunların görevleri:
- Raptilien beyin: Dürtüleri, refleksleri
- Pallium beyin: Duyguları
- Neopallium: Düşünceleri üretmek ve düzenlemekle memur.
Herhangi bir tehdit algıladığımızda düşünce ve duygularımızı teğet geçen merkezi sinir sitemi direkt olarak beyin sapının etki alanını öne çıkarıyor. Yani sadece reflekslerimizle hareket ediyoruz. Duyumsamadan ve düşünmeden.
Aşık olduğumuzda alt beynin kumandasında, düşünme yetilerimize tamamen muhalif davranışlar serdedebiliyoruz. Derinden üzüldüğümüzde normalleşmemiz çok uzun sürebiliyor.
Düşünsel süreçler ise ikisinden tamamen farklı şekilde seyrederek; olan biteni, etki mekanizmalarını, kar ve zararı analiz etmemize ve dersler, sonuçlar çıkarmamıza fayda sağlıyor.
Bütün bunlara neden değindik?
Sadece şu soruyu sormak için. Bu Korona sürecinde hangi beynimiz düzeyinde hareket ediyoruz?
Koronadan az önce Avustralya kıtasını esir alan yangınlar vardı; hatırlarsınız. Oradaki koalalar, kangurular, kertenkeleler kıyasıya bir kaçışın içindeydiler. Tek amaçları hayatta kalmaktı.
Kertenkeleler için bu kaçış; kaçınılmaz. Sadece kendi canını kurtarmaya bakması doğasının bir gereği. Bir buffalonun yavrusunu da kurtarması gene onun pallium beyninin bir sonucu. Çünkü annelik duygusu da mevcut artık.
Ya insan/lık? Korona yangınından kaçmak için kıyasıya bir koşturmaca içerisindeydi en son. İtalyanın Lombardiya eyaletinde virüs çıktığı zaman kısa sürede yüz binler yer değiştirmişti. İtalya ile sınırlı değil bu durum. Dünyada daha ibret verici görüntüleri hep birlikte izledik. Yani hepimiz bu süreçte ya kertenkeleler gibi ya da bufalolar gibi davrandık.
Neokorteksimize ne oldu bizim? Onu nasıl kullanabiliyoruz sizce? Kriz anında “sapiens” kalabiliyor muyuz yoksa diğer canlı beyinlerimize mi dönüş yapıyoruz hemen?
Şimdiye kadarki tecrübeler kriz anında neokorteksimizin yerinde yeller estiğini ortaya koyuyor. Otomobillerdeki hava yastıkları, otobüslerdeki cam kırma çekiçleri, tramvayda acil durum butonları, binalarda yangın merdivenleri, elektrik sistemindeki sigorta şalterleri hep soruna maruz kaldıktan sonra geliştirdiğimiz çözüm yolları olmuş.
Yani zarar verici bir şeye maruz kaldıktan sonra önlem alıyor insan aklı. Başımıza gelip yaşadıktan sonra düşünmemiz gereken asıl şeyi, dahası düşünmemiz gerektiğini fark ediyoruz. Belki neokortekse sahip olduğumuzu “hep sonradan” fark ediyoruz.
Her şey bittikten sonra yani: Sodom ve Gomore yerle bir olduktan, Pompei alevler altında kaldıktan, Hadramevt kıtlıktan kırıldıktan, Medyenliler korkunç bir sese, Kızılderililer Amerikalılara maruz kaldıktan sonra…
Sonrasında bile esas meseleye gelmemiz belki yüzyıl belki bin yıl sürebiliyor. Sodom ve Gomore yıkımını, ıslak bölge toprağına, Pompei’yi kaçamayan köleler ve fakirlere havale edebiliyoruz. Asıl meseleyi görmeyen “insan” neden böyle oldu diye düşünmek yerine, “nasıl kurtulurum” diye düşünüyor hala.
Oysa düşünebilen insan; şimdiye kadar başına gelen felaketlerden aldığı derslerle öyle bir uygarlık kurmalıydı ki mutlak mutluluğu gerçek ve adil paylaşımın sağlayabileceğini, kendi mutluluğunun herkesin mutluluğu ile çok sıkı ilişkisinin olduğunu, kendi ihtiyaçlarının başkalarının ihtiyaçlarından öncelikli olmadığı sonucunu çıkarmalıydı.
Bewerly Hills’teki mutlu aile tabloları ile Kalküta’daki aç aile tabloları birbiriyle bu kadar savaş içinde olmamalıydı. Nijerya dan çıkarılan elmasları taşıyan uçak, madenin hemen dibinde açlıkla boğuşan barakaların üzerine gölge bırakarak uçmamalıydı.
Şimdi, “ver parayı, al maskeyi” diyor koca koca ülkeler. Başka ülkelerin tonlarca solunum cihazına el koymakta bir beis görmüyorlar. Hala “benim canım” diyorlar yani. Hala “nasıl kurtuluruz” diye düşünüyorlar? Gene “neden oldu” diye düşünen maalesef yok.
Zaten Semudlular da dönmüşler ve birbirlerine demişlerdi ki:
“Atalarımız evlerini hiç de sağlam kayalara yapmamışlardı.”
Diğer canlı beyinlerinden tek farkı “ders çıkarmak” olan neokorteks, neredeydi sahi?