Sanırım oğlum dört yaşlarında falandı; mümkün mertebe her gece ona kitap okumaya çalışıyordum.  Bir gece “anne yeter devam etme dedi. Yine tavşan iyilik yapacak ve her şey yoluna girecek. Çok sıkıldım, kitaplarda hep aynı şeyler oluyor.”

Konuyu getirmek istediğim yer çocuk edebiyatı. Sanırım geldi.

“Yaşamı güzelleştiren, insanı hayata bağlayan, öz duygularla zenginleştiren şey; edebiyattır” der Nietzsche. Çocuk edebiyatı bundan farklı mıdır? Çocuğun  ihtiyaç duyduğu şey o ipe sapa gelmez hayal gücüne, doymak bilmeyen enerjisine arkadaş  bulmaktır. Bizim yetişkinler olarak burada avantajımız çocuğun dünyasına edebiyattan oluşan muhteşem bir kapı açmaktır. O dünyanın içinde her şey mümkündür, her şey olasıdır. Böyle muazzam bir dünyaya siz Fransız mürebbiyesi edasıyla girip çocuğa parmak sallayarak çocuk edebiyatı yapmış olabilir misiniz? Yaptığınızı iddia etseniz bile çocuk sizin aklınızın ürünü bu dünyada kendini köşeye sıkışmış kedi gibi hissetmez mi?

Henüz ilkokula giden oğlumun okulundan verdikleri ve okumakla sorumlu tuttukları kitap sorumluluk bilincini anlatıyordu. Ne müthiş bir konu. Dünyadaki  hangi soruna eğilip baksan altından sorumluluk bilinci problemi çıkar ama yazar konuyu öyle bir anlatmış ki her annenin günlük hayatta bir şekilde şikayet ettiği konuları çocuk aynı dille kendine söylüyor. Sanki içine ebeveyni kaçmış.  Bir anne olarak “pöf yaa”  demekten kendimi alamadım. Kitabın sonunda ne oldu biliyor musunuz? Oğlum: “Anne ben biraz ‘Yürüyen Şato’ filmini izleyeceğim” dedi. Ben de yanına oturdum ve birlikte izledik. Beynimde deli sorular, arada birbirlerini ama çoğunlukla beni yumrukluyorlar.  Nasıl devasa bir anlatım, nasıl bir hayal gücü, nasıl bir edebiyat.  Dostoyevski’nin şu sözü geliyor aklıma: “Hiç kuşkusuz edebiyat olmasaydı, insanın pek çok yanı gizli, örtük kalacak; tutkularımız, hayallerimiz ortaya çıkmayacaktı.”

Çocuklarıma sıkça söylediğim bir gerçek “hayalin nereye ulaşırsa gerçekte onun yarısına ulaşırsın.”

İnsanın hayal gücünü açığa çıkaracak olan sanattır, edebiyattır.

Merak duygusunu besleyecek olan sanattır, edebiyattır.

Yaratıcılığı besleyecek olan sanattır, edebiyattır.

Edebiyat edebi bir üslupla hayata notlar düşmektir.

Edebiyat olmaz ise ne olur biliyor musunuz? Meydan “Hayalim üç kelime oda şöyle; evli, mutlu, çocuklu” lara kalıyor.  Görüştüğüm çocuklara çoğu zaman sorarım: En çok gitmek istediğin yer…  En çok yapmak istediğin şey… İlginç bir meslek çıkmıyor ağızlarından. Büyümüş de ekmek derdine düşmüş gibiler. Uzaya gitmek isteyen çıkmıyor, ya da Amazonlara, yerli kabilelerine, ya da magma tabakasına, bir yanar dağın içine… Çünkü onları oralara götüren bir edebiyatımız yok.

Edebiyatı ve sanatı ölen bir toplumdan mucit çıkmaz “vay be adamlar yapmış” çıkar.

Yaratılıştan var olan yönlerimizi sırf daha uyumlu ve kolay yönetilebilir olsunlar diye öldürmeyelim. Harlayalım, besleyelim. Hiç olmadı serbest bırakalım. Aksi takdirde sizin için uyumlu ve kolay yönetilebilir olan başkaları için de öyle olacaktır. Edebiyattan yoksun kalan çocuklarımız kendilerini cinselliğin, şiddetin, toplumsal her tür sorunun kol gezdiği dizilerin kollarına bırakıyorlar.

Son sözüm Nietzsche’den  gelsin: “Bir ülkede edebiyattan ve sanattan çok siyaset konuşuluyorsa o ülke üçüncü sınıf bir ülkedir.”

Vesselam.

Yorum yap