Yabani otlar beni çok etkiliyor. Çiftçiyi en çok uğraştıran işlerin başında gelir tarlasındaki istenmeyen otları temizlemek ama onlarda ibretlik bir şey var. Bu durum tüm tabiatta olsa da özellikle yabani otlarda o kadar hızlı, güçlü ve yılmadan gerçekleşiyor ki, hayran kalmak mecburiyetindeyim: Kendinden sonraya bir iz bırakma çabası. Baharın gelişiyle her yerde açan rengarenk çiçekler, aslında sadece bu çabanın bir ürünü. Basit bir çoğalma, üreme dürtüsü olarak görünebilir, belki de öyledir ama ben bu çabaya hayranım.
Daha birkaç gün önce kökünden söküp attığınız ve her seferinde bir daha asla büyümeyeceğini düşündüğünüz basit bir ot, bir de bakmışsınız eskisinden de güçlü bir şekilde büyümüş, çiçek açmış hatta tohuma durmuş, size uğraşacak yeni otlar vermiş bile.
Otu kökünden çıkarmak, tarlayı suladıktan sonra çok da zor değildir ama muhakkak bir parça kök kalır toprakta ve o küçücük parçadan yeni bir ot çıkar. En etkili tarım ilaçları bile tamamen yok edemez yabani otları, sadece başını yükseltenleri kurutur o kadar.
İnsanın aklını öyle çok toplumsal gerçekle dolduruyor ki ot deyip geçtiğimiz bu küçük canlılar, az önce sinirli sinirli yolduğum her bir ota saygım artıyor. Bu otların en küçüğünün tek bir yaprağı bile edemeyecek o kadar çok varlığın, kendine “insan” sıfatını layık görmesi beni çıldırtıyor.
İşime gelmeyenleri istediğim gibi söküp atabildiğim tek yer bu tarla, bu durum bazen tuhaf bir haz veriyor açıkçası ve bazen de korkutuyor. Ama tarla ağzına kadar ot dolu ve “üretim” yapılabilmesi için her birini her seferinde yolmaya devam etmem gerek. Bana müsaade.
2019